• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.twitter.com/@EtkinYayinevi
    • YENİ ÇIKTI... Hüznün İsyanı TURGENYEV
    • Bu biyografi, bundan yaklaşık yüz sene önce yayımlandı. Dönemi için yeni kabul edilen bir tür olan biyografik roman tarzında yazılan bu kitap, değerini günümüze kadar muhafaza etmeyi başarmıştır. Rus toplumunun taşrada oturan sıradan bireyleri için yazılmış bu kitaplar bugün de yalnızca kitap kurtlarına değil, tarihteki büyük insanların hayatı ve psikolojisi hakkında çok az bilgi sahibi olanlardan, asıl mesleği bu olanlara kadar geniş bir yelpazedeki okurlara tavsiye edilebilir.
    • Yeni Kitap... DARA DURMAK
    • Bu kitap, iki Alevi ailenin “Yol Kardeşi” yani “Musahip” olmalarını konu eden bir romandır. Merkezinde “Musahip Cemi”nin yer aldığı kitap, "Yol Kardeşi" olan iki ailenin iki çocuğunun; Melek ile Mazlum adlı iki gencin hüzünlü aşkları etrafında şekillenmektedir. Anadolu'nun bir yöresinde geçen olayı sade ve akıcı bir dille anlatan yazar, bir bakıma Alevilik kültürünü ve felsefesini edebiyat diliyle okurlara sunmaktadır. Keyifle okuyacağınıza inanıyoruz.
    • YENİ KİTAP... Evrenin Sonsuzluğunda BRUNO
    • ...Şimdi ondan ne suç ortaklarının isimlerini isteyen vardı, ne de dava arkadaşlarını satmasını talep eden. Ondan isteneni yapsa bile kimsenin zindana atılacağı yoktu. Kimseye ihanet etmeyecekti sonuçta. Peki fikirlerine ihanet edecek miydi? Yıllarca öğrettiği ve ateşli bir şekilde savunduğu fikirlerine?
      Ayağa kalktı. Kararlı ve heybetli bir duruşla, yargıçların yüzüne haykırmaya başladı: “Bana okuduğunuz bu hüküm, benden çok sizleri korkutmaktadır!”
      Uzaya giden yol ateşten geçiyordu...
    • YENİ KİTAP... Matematik Dehası PASCAL
    • Pascal’ın babası matematikle uğraşmayı ve evinde matematikçileri toplamayı severdi. Ancak, oğlunun çalışmaları için bir plan yaptığında, oğlu Latince’yi iyice benimseyene kadar matematiği bir kenara koymaya karar verdi. Blaise’in merakını bilen babası tüm matematik çalışmalarını ondan dikkatlice saklar ve hiçbir zaman onun yanında arkadaşlarıyla matematikle ilgili konuşma yapmazdı. Çocuk matematik öğrenmek istediğini söylediğinde, babası matematiği ona gelecekte öğreteceğini vaat etmişti.
    • Çağının Ötesinde Bir Dahi TESLA
    • Sıradışı geniş ve açık bir alın, karakteristik, ince hatlı zarif bir burun, çökük yanaklar, yarım bir tebessümle donakalmış ince dudaklar, bakışlarıyla insanın ruhuna işleyen yorgun ve hüzünlü o harika mavi gözler... Seksen yedi yaşındaki ihtiyarın yüzünün tüm çizgilerinde, canını kurtarmak için değil, sadece insanlık yararına bir şeyler yapabilmek uğruna, en azından biraz daha zaman kazanabilmek için ölüme ısrarla direnen ifadesi kazınmıştı. (...)
    • Doğu'nun Sönmeyen Yıldızı HAYYAM
    • ...tarih, insanoğlunun faaliyet gösterdiği her alana yeteneği olan pek çok dâhiye tanıklık etmiştir.Onlar tüm insanlığın gerçek süsü, en büyük serveti ve hazinesidir. Ömer Hayyam’ın da onlardan biri olduğunu söyleyebilir miyiz? Kesinlikle evet. Hemen aklımıza ikinci bir soru geliyor: Bu yeteneklerden hangisi daha çok göze çarpar? Adını ölümsüz kılan asıl şey nedir? Acaba Hayyam'ın hangi yeteneğini ilk sıraya ...
    • yeni kitap... Elektriğin Newton'u AMPERE
    • Daha çocuk yaşlarındayken babasının giyotinle öldürülmesinin sarsıntısıyla ruhsal bunalıma giren ve neredeyse bitkisel hayattan bir yılda çıkan, sonra da adını buluşlarıyla bilim tarihine yazdıran; ama sahip olduğu muhteşem zeka kadar da özel hayatında mutsuz olan bu büyük insanın acıklı yaşamöyküsü.
    • TÜRKİYE'DE BİR İLK...
      Tolstoy'un bilinmeyen eseri ilk kez Türkçe yayınlandı.
    • Rusya’da ilk kez 1886’da yayınlanan ama hem Çarlık Rusyası, hem de Sovyet Rusya’nın sansürü nedeniyle bilinmeyen bu kitap Türkiye’de ilk kez yayınlanmaktadır. “Yunan Öğretmen SOKRATES” kendi zamanını aşan, tüm zamanlar için geçerliliği olan bir eserdir. Yaşamlarının anlamını ve amacını merak edenler, bu kitapta kendileri için çok yeni, beklenmedik ve aradıkları doğru cevapları bulacaklardır. Bu kitap her yaş ve meslekteki insanın ilgisini çekecek bir kitaptır.
    • 8 Şubat 1828 yılında doğan JULES VERNE 196 yaşında...
    • Yazdıkları kadar biyografisi de sırlarla dolu olan Jules Verne, kendi geleceği hakkında bile hiçbir tahminde bulunmazken nasıl olmuştu da insanoğlunun yüz yıl sonra gerçekleştirdiği teknolojileri önceden hayal edip yazabilmişti? O, bilim ve teknolojiye yol gösteren bir peygamber miydi? Bilim ve teknolojide meydana gelecek gelişmeler sadece ona mı gözükmekteydi?
    • Modern Romanın Babası CERVANTES
    • “Hayatımda, kader çarkının zirvesine çıkmayı başarabildiğim tek bir gün bile olmadı. Ben ona tırmanmaya başlar başlamaz o durdu.”
      Hayat yolunun sonuna yaklaşırken Cervantes, bu üzücü sonucu çıkarmıştı. Bir taraftan etrafını kuşatmış hayat şartlarında fikirlerinin zaferi için, diğer taraftan da sonsuz maddi gereksinimleri olan kişisel varoluşu için sürdürdüğü ikili mücadelede yorgun düştü; ama yenilmedi.
    • Charles DICKENS 207 yaşında...
    • Romanlarında yoksulları, emekçileri, sağlıksız evleri, barakaları anlatan; kendi de çocuk yaşta işçi olarak çalışmış biri olarak özellikle çocukların yaşadığı zorlukları, çocuk emeği sömürüsünü, kimsesiz çocukları, güçlü bir anlatımla dile getiren; anlatımı yalın, süssüz, ancak gerçekçi ve etkileyici olan ve “... İçinde yaşanılan dönemi tüm pislikleriyle anlatan gerçekçi yazar” Charles DICKENS 7 Şubat'ta 207 yaşına girdi. Eserleriyle yaşayan DICKENS'in ilginç biyografisi bu kitapta.
    • Meksika Halk Kahramanı PANCHO VİLLA
      Çıktı...
    • "O günlerden daha kötüsünü hatırlamıyorum” diyecekti sonrasında Villa, “Allah, düşmanımın başına bile vermesin. En çok da yaralı ve bitap düşmüş askerlerimin can vermiş olması, benim onlara hiçbir şekilde yardım edememiş olmam beni mahvetti. Onca yıl komutam altında korkusuzca mücadele veren kardeşlerimin birbiri ardına düştüklerini ve arkalarında kanlarını bıraktıklarını gördükçe boşuna mı verdik bu kurbanları, halk bir gün büsbütün toprak ağalarına ve para babalarına karşı galip gelebilir mi
    • "BU KİTABI NEDEN YAZDIM?
    • Böyle bir sorunun cevabının daha ilk cümlesinde Mustafa Kemal Atatürk’ün insan olarak, teşkilâtçı olarak, ihtilalci olarak, barışçı olarak sıfatlarından bahsetmek gerekir ki, bu büyük adamın hatırasına kalbinin en samimi köşesini ayıran Türk okuyucusuna bunları anlatmak beni biraz güç duruma düşürüyor. PARAŞKEV PARUŞEV"
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam23
Toplam Ziyaret106455
videolar

ANASAYFA


     Elektriğin Newton'u AMPERE

   
Ürün Kodu : 978-975-6391-64-8
Üretici : ETKİN YAYINEVİ
Etiket Fiyatı : 49 TL (KDV Hariç)
Ürün Özellikleri
Çocuk yaşta babasının giyotinle öldürülmesinin sarsıntısıyla bir yıl bitkisel hayata giren ve yaşam boyu mutsuz olan büyük bilim insanının yaşamöyküsü
        Detaylar
 
 
Detaylar

   BİRİNCİ BÖLÜM

Rhone akarsuyu ile en büyük kolu Seone ırmağının birleştiği yerde, Fransa’nın ikinci büyük şehri olan Lyon yer almaktadır. Avrupa’nın en büyük şehirlerini görmüş olanlar bile güzel ve geniş Lyon şehrine hayranlıklarını gizleyememişlerdir. Kasvetli günlerde, bulutların uzun süreli gerginliğinden sonra boşalıp da boncuk gibi ince yağmur damlaları sokak ve evlere düşerken bir yolcu, Lyon’a yaklaştığı sırada, sis bulutları arasında belirsiz ve gizemli titrek siluetler görürdü.  Bu şehrin Jül Sezar döneminde, onun ağır diktatörlüğü altında ezildiği zamanlarda bile büyük ticari önem taşıdığını, bu topraklarda göçebe Hun ordularının önlerine çıkan her şeyi acımasızca kasıp kavurarak Roma’nın fethine doğru coşkun dalgalar misali yuvarlandığını da hatırlardı. “Onların cennetini ez geç, Atilla!” denilerek Lyon harap edilmişti. Fakat iki nehrin birleştiği yer epeyce verimli olduğu için Lyon yeniden kurulmuştu. Burgonya hükümdarlarının başkenti olan Lyon, Güzel Filip tarafından Fransa’ya dahil edildi. 16.yüzyılın ölümcül iç savaşı Lyon’u da kanlı yörüngesine aldı. 16. ve 17. yüzyıllarda ise Lyon, Fransa’nın en büyük ticaret ve sanayi merkeziydi. Böylelikle de yolcu, rüzgârın sisi alıp götürmesinden sonra mutlu ve zengin şehri göreceğini hayal ederdi.
Fakat esen rüzgârın sisli nehrin örtüsünü kaldırmasıyla zengin ve fakirin, şatafat ve sefaletin, tokluk ve açlığın şehrini; muhteşem alışveriş merkezleri ve yoksul varoşlarıyla sınıf çelişkilerinin keskin olduğu bu şehri; ipek endüstrisinin zanaatkâr ve işçilerinin emeğinin acımasızca sömürüldüğü bu şehri görmek mümkündü.
Şehir yoksulluğunun çenesi korkunç bir kasılmayla kenetlenmişti; bir deri bir kemik anaların kuru ve yorgun elleri titremekteydi.  Hemen yanlarında ise saygın ve şişman tacirler perakende mallarını acele etmeden satıyor veya servetlerine servet katan gelirlerini hesaplayarak ellerindeki defter-i-kebirle deri koltuklarında keyif çatıyorlardı. Ancak gün gelecek varoş mahalleleri, bütün zengin mülk sahipleri ve sömürücülere karşı ölümcül bir mücadele içinde olacaklardı. Şimdilik ise, Lyon’da hayat sakince akıp gitmekteydi. Her gün beraberinde birbirinden yeni ipek çeşitleri getirmekte, abaküs taşlarının kuru tıkırtıları Lyon tüccarlarının ceplerini durmadan dolduran altın akışlarını kaydetmekteydi.
Ampére sülalesinin birkaç kuşağı da bu şehirde yaşamışlardı. Daha 15. yüzyılda burada taşçı Claude Ampére’in, sonrasında ise Lyon’un saygın bir tacir ailesi ile başarılı bir akrabalık oluşturan ve böylece oğlunu hem tüccar hem de girişimci yapan sıva ustası Jacques Ampére’in yaşadığını görüyoruz.  Jean Jacques Ampére, artık kardeşleriyle birlikte Lyon ipeğinin geniş bir ticaretini yapmakta ve burjuva yurttaşlar arasında büyük saygı görmekteydi.
Claude Ampére ile muhteşem bilim adamının babası arasında sadece yüz yıl vardır, fakat taşçı ile tüccar arasındaki mesafe ne kadar da büyüktür. Geniş önlükle ağır çekiç, arada sırada birkaç dubleyi ihmal etmeyen iri cüsseli taşçının samimi gülüşü, resmi görünüşlü bir diğer burjuva ile yer değiştirmişti. Kaliteli kumaştan dikilmiş frakı birazcık şişman bedenini saran Jean Jacques, her sabah cilalanmış ayakkabısının ışık saçan tokaları parıldayarak büyük bir özgüvenle ve emin adımlarla ticarethanesine doğru giderdi.
Lyon’un meşhur ipeğinin ticaretini yapanların çok büyük gelirleri vardı. Avrupa’nın büyük ve küçük hükümdarlarının saraylarında, soylu ve aristokrat salonlarındaki sayısız şamdanların göz kamaştırıcı ışığı, rengârenk ipeklerin üzerinde titreşip parıldıyordu. Bu güzel kumaşlara olan talebi karşılamak için Lyon zanaatkârları ve manifaktür işçileri günde on sekiz saat çalışmaktaydı. İpek üretimi ve ticaretinin organizasyonu ince ve karmaşık bir işti; girişimci ve tüccarların çok birimli hiyerarşisinde elverişli yer tutabilen becerikli insanlar hızlıca zenginleşmekteydi.
İpek ve ipek kumaşlarının üretimi Lyon’a, daha 15. yüzyılın başında, Guelfo ve Ghibellinolar arasındaki kanlı ve tahrip edici savaş döneminde vatanlarını terk etmiş İtalyan ustaları tarafından getirilmişti. İki yüzyıl geçtikten sonra ise, Lyon’da işletilen ipek tezgâhlarının sayısı on iki bine ulaşmıştı. Lyon ipek sanayisi, Huguenotlara[1] saldırılar döneminde devam eden düşüş sonrasında yeniden büyümeye başlamıştı. 18. yüzyılın ortalarına doğru Lyon fabrikalarında ve ayrı ayrı zanaatkârların işletmelerinde 18 bini aşkın tezgâh çalıştırılmakta, Lyon ipeğinin ünü ise bütün Avrupa’ya yayılmaktaydı.
Tüccarlar, malı sadece doğrudan üreticisinden veya fabrika sahibinden alarak satmakla kalmıyor, onlara hammadde tedarik edip, siparişler vererek, üretimin de boyutlarını belirlemekteydiler. Jean Jacques Ampére’in de az işi yoktu. Fakat kendini işe ne kadar adasa da zamanın getirdiklerinden geri kalmıyordu. Kütüphanesini Voltaire’in, Rousseau’nun eserleri süslüyor, kendisi ise Montesquieu’un “Kanunların Ruhu Üzerine” kitabını tekrar tekrar okuyordu. Jean Jacques, devrim karşıtı Jeronden[2] elemanlarının türeyeceği, “üçüncü nesil” denen üst sınıf burjuvanın en tipik temsilcisiydi. Refahının doruğa ulaştığı otuz sekiz yaşında Jean Jacques, dünya evine girdi. Seçtiği kadın, Jeanne Sarcey idi.
Jeanne Sarcey ile evliliği Ampére’in, Lyon iş dünyasının en önde gelen ailelerinden biriyle akraba olmasını sağladı. Saygın “Sarcey & Co” şirketinin işgüzar elleri Fransa sınırlarının çok ötesine uzanmaktaydı. Jeanne’in ebeveynleri kendisine büyük bir servet bıraktığından, birleşen sermayelerin ferahlatıcı uzlaşısı iki seven kalbin mutlu birlikteliğine eşlik etmekteydi. Çiftin toplam servetini oluşturan 100 bin livre, gerek ortam gerekse o çağ için epey büyük bir miktardı.
Jean Jacques’in aile hayatı, böylece zenginlik ve memnuniyet içerisinde başladı.
O dönemlerde, toprak, serbest para varlıkları için en güvenilir yatırım yeriydi. Evliliğinin ilk yılında, Jean Jacques, 20 bin livre karşılığında, Lyon’un 10 kilometre dışında, Poleymieux köyü mevkiinde küçük bir konak aldı. İlk zamanlarda Poleymieux sadece yazlık bir dinlenme yeriydi. Evlendikten sonra on iki yıl boyunca Ampére çifti, hiç ayrılmadan Lyon’da yaşamına devam etti. Saint Nizier kilise mahallesindeki küçük iki katlı konak, o dönemin tüm konforuyla döşeliydi.
İki küçük basamakla ulaşılan ağır meşe ahşaplı eski giriş kapısı, geniş bir giriş salonuna açılıyordu. Giriş salonunun sağındaki diğer kapı ise, bütün aile bireylerinin günde birkaç defa masa etrafında buluştuğu yemek odasına götürüyordu. Girişin solundaki kapı da aile babasının çalışma odasına açılıyordu. Pencereden sızan ışık, odanın iki duvarının hemen hemen her yerini kaplayan kitap raflarını aydınlatmaktaydı. Diderot ile d’Alembert’in devasa “Ansiklopedi” ciltleri, Voltaire ve Rousseau’nun minik kitapları ve ağır ticaret almanaklarının yanı başında duruyordu. Geniş masanın üzeri, yığınla büro defterlerinden, çok sayıda müşterilerden gelen iş evrakları ve mektuplarla düzenli bir şekilde donatılmıştı. Karşı köşede ise demir şeritlerle kaplanmış ve kıvrık oymalarla süslenmiş para kasası yer almaktaydı.
Canlı ve etkili gözleriyle, saçları biraz ağarmış ve yapılı adam, rahat bir koltukta sırtını yaslayarak otururdu. Alp rüzgârının bereketli Lyon vadisine, erimiş kar ve alüvyon getirdiği uzun kış gecelerinde, evdeki günlük işlerini bitiren Jean Jacques, eriyen mum artıklarını arada sırada maşayla temizleyerek, sevdiği kitaplarını okur ve yavaş yavaş yatışmakta olan ev telaşına kulak verirdi.
Okumayı bitirip ateşi söndüren aile babası, elinde gece lambası ile çalışma odasından çıkar, kurnazca yapılmış kilidin içerisinde anahtarı birkaç kez çevirerek kapıyı sıkıca kapattıktan sonra yatak ve çocuk odalarının bulunduğu ikinci kata çıkar, üstünü yavaşça çıkarır ve uzanıp yatardı.
Sabah saatlerinde ayaklarını sürüyerek işe giden solgun insanlara doğru hırlayan bekçi köpeğinin öfkeli havlayışı, yeni günün başladığını haber verirdi.
Herhangi bir büyük olayın etkisi ile sadece arada sırada sarsılan hayat, sakince akıp gitmekteydi. Vaftizinde Andre Marie adını alan ikinci çocuğun dünyaya gelişi, veliaht oğul hasretini çeken Ampére çifti için böyle olaylardan biriydi. 20 Ocak 1775 yılında hayata gözlerini açan bu çocuğun kaderinde Ampére sülalesini üne kavuşturmak vardı.
Ampére’in eğitimli bir tüccar olan babası, mesleğine o kadar da tutkun değildi. Elinde yeteri kadar servet biriktirdikten sonra, “dükkânı” kapatmaya karar vermişti. Huzur istiyordu. Aile hayatının sakin mutluluğu, çocuk terbiyesi, çok sevdiği kitapları, Jean Jacques’i altın metalin parıltısından hiç de az ilgilendirmiyordu. Kendisi paragöz bir burjuva, bir simsar olsa da, bağımsız ve her türlü ticari sorundan uzak hayat, onun için bir amaçtı. Can attığı her şeye artık ulaşmış, kendisi ve çocukları için varlıklı bir hayat sağlayabilmişti. Lyon’un hareketli sokaklarının izdihamından uzaklaşıp varoş köylerinin sakin bahçelerine, tek sarsılmaz değer olan doğaya, toprağa daha yakın olmak (ah bu Rousseau!),(fizyokratlar[3] Jean Jacques’in düşlerinin efendisiydi). Poleymieux-au-Mont-d'Or’daki küçük konağına taşındı. Burada Andre Marie, çocukluk ve ergenlik yaşlarını geçiriyor, hem zihinsel hem de fiziksel anlamda büyüyor ve gelişiyordu.
Andre, olağanüstü yeteneklerini erken yaşlarda göstermeye başladı. Aritmetiği çok severdi. Rakamları tanımamasına ve nasıl yazıldıklarını bilmemesine rağmen Andre, çakıl taşı ve çalı fasulyelerinin yardımıyla çeşitli hesaplamalar yapardı. Bunun için hangi yöntemleri kullandığını bilmiyoruz. Ancak koşmak veya herhangi bir çocuk oyununu oynamak gibi baştan çıkarıcı tekliflere kulak asmaz, sık sık böyle hesaplamalarla zaman geçirirdi. Okumayı erken öğrendiği için babasının kütüphanesindeki her türlü kitabı ayırt etmeksizin içine çekmekteydi. İlk başlarda bu ilgisini babasından saklıyordu. Babasının çalışma odasında saklandığı bir gün, büyük “Ansiklopedi” ciltlerinden birini merakla gözden geçirmekteyken ansızın babasının silueti arkasında belirdi. Kitap okumaya dalmış olan Andre Marie, babasının ağır adımlarını ve hiç yanından ayırmadığı bastonunun sesini duymamıştı.
“Ne okuyorsun oğlum?” diye sordu Jean Jacques.
“Işığın sapmasına dair bir makale okuyorum baba,”  diye yanıtladı on bir yaşındaki çocuk.
“Sen bundan ne anlayabilirsin ki,” diye şaşırmış bir halde sordu babası, “bunun ne anlama geldiğini anlatabilir misin?”
“Tabii ki…” diye hiç çekinmeden devam etti Andre Marie. “Işığın sapması, Dünyanın gezegenden başka bir şey olmadığını ispatlayan, İngiliz astronomu Bradley tarafından bulunan yıldızların yıllık hareketidir. Böylece de Kopernik’in teorisi nihayet teyit edilmiştir.” 
Jean Jacques, oğlunun sıra dışı yeteneklerine güvenerek kütüphanesini onun erişimine açtı. Uzun sonbahar akşamlarında, insan düşüncesinin bütün gelişim dönemini tamamlayan, “Ansiklopedi” gibi mükemmel eserin hikâyesini, iştahla dinleyen oğluna anlatmaya başladı:
“Parisli bir yayıncı, İngiliz Ansiklopedik Sözlüğün çevirisini yayınlamak ister. Editörlük için davet ettiği Diderot, bunun yerine kendi ansiklopedisini yayınlamayı önerir. Mükemmel matematikçi olan d’Alembert ile birlikte “Ansiklopedi” kataloğunu yayınlarlar. Bütün bilim, sanat ve mesleklerin ve bunlarda uygulanan yöntem ve araçların sistematik bir özetinin yapılacağını vaat ederler. İki binden fazla insan hemen abone olur. Diderot ve d’Alembert gibi iki özgür düşünce sahibinin editörlüğünde bir “Ansiklopedi” yayınlanacağı haberi, kilise çevrelerinde şüphe uyandırır. Birinci cildin yayınlanmasına çok az kalmışken Diderot hapsedilir ve üç ay Vincennes hapishanesinde tutulur. Güya kendisinin diğer eserleri ile ilgili, aslında ise “Ansiklopedinin” yayınlanmasını engellemek için evinde arama yapılır. 1751 yılında yayınlanan ilk kitaptan başlayarak, her sonraki cilt, birilerinin coşkulu onayı, diğerlerinin ise öfkeli eleştirisi ile karşılaşır. Ruhbanlar ve gerici çevrelerin çabalarıyla yasaklanan “Ansiklopedi”, yurtdışında yayınlanmaya devam eder. Sonra yeniden izin verilir. “Ansiklopedinin” ıstıraplı, yasak ve eziyetlerle dolu hikâyesi epeyce sürer. İnsan düşüncesinin ulaşmış olduğu her şeyi bünyesinde barındıran bu muhteşem yapıtın bütün ciltleri şimdi karşında. Bu çok mükemmel bir eserdir oğlum, oku ve değerini bil.”
Andre, “Ansiklopediyi” sayfa sayfa, makale makale okumaya devam ediyor. Alfabetik sırada düzenlenen bu makaleler onu dünyanın bir ucundan diğer ucuna, bir alandan diğerine götürüyor.
Yaşlandığı zamanlarda bile Ampére, “Ansiklopedinin”, kendisinin bizzat ilgi alanında olmayan konulardaki makalelerini bütünüyle ve ezberden alıntılardı.
Bilimin engin ufukları artık Andre Marie’ye de açılmaya, insan aklının çözümü için uğraşmış olduğu büyük varoluşsal sorunlar, asırlık sırlar onu da meşgul etmeye başlamıştı. Muhtelif kavramlar, kelimeler, adlar, tarihi olaylar, yer adları, kuramlar, çiçek dürbünündeki gibi uçuşmaktaydı. Bu tarz okumaların küçük Andre’ye ne gibi şeyler verebildiğini bilemiyoruz, ama kuşkusuz kendisini felsefe, fizik, kimya, matematik, biyoloji, psikoloji ve bilim alanlarındaki buluş ve genelleme arayışlarına aynı şevkle itecek olan insan biliminin en çeşitli alanlarına duyduğu derin merak hissi Andre’yi ilk burada yakalamıştı.
O hiçbir zaman okula gitmedi. Çocuklara sistematik şekilde temel bilgiler veren bir eğitimden geçmedi. Çok şey biliyordu ve bu bilgileri de derindi; fakat eksikleri, hem de önemli derecede eksikleri de vardı. Diğer taraftan da devrim öncesi Fransa’sının sıkıcı okul ruhu, Andre dehasının gelişimine nasılsa hiçbir katkı sağlayamayacaktı. “Ansiklopediyi” okuyarak, kendisi de farkında olmadan, muhtelif problemlerin materyalist yorumlamalarından da beslenmekteydi. Ansiklopedinin feodal mülkiyete karşı saldırıları, mutlakıyet ve feodal Katolik kilise ideolojisine yönelik suçlamaları, bu burjuva çocuğunun da beyninde karşılık bulmaktaydı. Kitap okumasının ve babasıyla yaptığı sohbetlerin eşliğinde, yavaş yavaş dünya görüşü de oluşmaya başlıyordu. En çok da matematik ve edebiyatla ilgileniyordu. Artık babasının kütüphanesi de yetersiz gelmeye başlamıştı. Babası ise oğlunun yeteneklerinden mutluluk duyuyordu.
En nadir kitapları, aynı zamanda Euler ve Bernoulli’in eserlerini öğrenebilmesi için, Jean Jacques, oğlunu Lyon’a, şehir kolejinin kütüphanesine götürdü. Küçük ve çekingen Andre, bahsi geçen yazarların eserlerini ilk defa kütüphaneciden istediği zaman, Bay Dabeuron’un hayli şaşkın bağırışını duydu:
“Euler ve Bernoulli eserleri ha! Hiç düşündünüz mü küçük dost? Onlar ki, insan aklının şimdiye kadar üretmiş olduğu en karmaşık yapıtlardandır.”
“Olsun,” diye kendinden emin bir şekilde cevap verdi Andre, “Bunlarla baş edebileceğimi umuyorum.”
“O zaman, bu çalışmaların Latince yazılmış olduğunu da hiç şüphesiz biliyorsunuzdur?” diye, aşırı cesur bulduğu Andre Marie’ye küçümser bir tavırla sordu kütüphaneci.
Bu uyarı üzerine Andre, göklerden inmiş oldu. Hiç Latince bilmiyordu. En geç iki-üç ay içinde Latince biliyor olacağını, bıyık altından gülümseyen kütüphaneciye kızararak söylemek zorunda kaldı. Şimdilik ise, Fransızca birtakım kitaplar seçerek Poleymieux’a geri dönecek ve tüm azmi ile Vergilius ve Ciceron’un o dolgun sesli dilini öğrenmeye başlayacaktı.
Andre birkaç ay içinde Latinceyi öğrendi. 17. ve 18. yüzyılların muhteşem matematik dâhilerinin klasik eserlerini incelemeye başladı. Aklını her daim rahatsız eden, sonsuz zenginlikteki yeni dünya, karşısında açılmaya başladı. Newton, Huygens, Euler, Bernoulli gibi muhteşem isimlerden esinlendi.
Andre için bir matematik öğretmeni tutuldu. Bu öğretmen, daha ilk görüşte nasıl olağanüstü bir öğrenci ile karşı karşıya kaldığını anladı.
“Ne biliyorsun?” diye, Andre Marie’ye sordu.
“Siz soru sorunuz, ben de yanıtlayayım!”
“Peki, kök almayı biliyor musun?”
“Hayır, ama integral almayı biliyorum.”
Bu kısa konuşma, Andre’nin yaşına göre fazla bilgilere sahip olduğunu, fakat ciddi eksiklerinin de bulunduğunu anlamaya yetti. Öğretmen, Andre’nin bildiklerini sistemli bir hale getirmeye çalışsa da, birikiminin böyle bir öğrenci için yetersiz olacağını anlayınca kısa bir süre sonra derslerden çekilmek zorunda kaldı.
Yine de kendi başına kalan Andre, bütün zamanını hemen hemen kitap okumayla geçirmeye başladı. Racine’in muhteşem trajedileri, Voltaire’in iğneli taşlamaları, Ronsard’ın anlatı şiirleri, Huygens’in sarkaçlı saatine dair tezler, Euler’in analitik mekaniği, l’Hopital’in analizleri, Andre’nin gözde kitaplarıdır. Daha on dört yaşından gün almamasına rağmen Andre, bilgisiyle artık birçok şeyde babasının önüne geçmekteydi. Hayatta çok şey görmüş babasıyla uzun uzun yaptığı sohbetler, Andre’nin dünya görüşünü genişletmekteydi. Jean Jacques’in burjuva liberalizmi yavaş yavaş oğlunun da nezdinde kabul görüyordu. Üstünkörü bir Rousseau’culuk, mülkiyetçilik düşüncesini insan hakları ilkeleriyle kutsayan, burjuvazi tadında bir özgürlük tutkusu, Andre’nin içinde bulunduğu ortamı oluşturmaktaydı. Burada daha herhangi bir devrim eğilimi, herhangi bir ateizm yoktu.
Doğrusu, Andre babasıyla birlikte kiliseyi nispeten seyrek, o da gerçek inançtan çok, sırf görüntü için ziyaret ederdi.
Kız kardeşinin 1788 yılında ölümünden sonra, 13 yıl boyunca kiliseye ayak bile basmadı. Ruhbaniyet karşıtlığına yabancı kalmayan Andre, Voltaire ile boşuna ilgilenmiyordu. “Ansiklopedi” okuması da, onu hayata materyalistçe bakmaya mecbur etti. Fakat “Ansiklopedi”, dinin mahiyetine mümkün olduğu kadar dokunmamaya çalışarak, kiliseye yönelik suçlamalarında son derece dikkatliydi. Andre, Tanrıya inansa da kilise ve papazları sevmezdi. Kilise konusundaki tavrı, bütün hayatı boyunca derin inançla tam bir din tarafsızlığı arasında gidip gelmelerden ibaretti. Şimdilik ise Andre, kitapları yutmakta, çevredekilerin sohbetlerini dinlemekte, büyümekte ve fiziken güçlenmekteydi.
Zamansa, Andre için sadece kitaplardan değil, sohbetlerden ve ortamdaki gerçeklerin gözlemlerinden de güzel şekilde yararlanacağı imkânlar sağlıyordu. Feodalite ve Kraliyet Fransa’sının devrilmesine saatler kalmıştı. Ülke, 1789 devriminin devasa volkan püskürmesini sessiz ve derinden hazırlayan, gizli ve açık kargaşalarla sarsılmaktaydı.
Fransa politik ortamındaki gerilim giderek yükselmekteydi. Kraliyet Fransa’sı, hızla ölüme doğru yuvarlanmaktaydı. Seçkin sosyete ve ruhban sınıfı, Kral sarayının himayesi altında, üretmeden harcamaktaydı. Fransa’nın 23-24 milyonluk nüfusunun sadece küçük bir ruhban ve sosyete kesimi nispeten tüm hukuki haklara sahipti. (Sosyete 140 bin, ruhban sınıfı ise 130 bin nüfustan oluşmaktaydı). Hanedanla kan bağı bulunan prenslerin toprak payları Fransa topraklarının yedide birini oluşturuyordu. Orlean Dükü, mülkiyetinde bulundurduğu sadece kanal ve ormanlarından milyon livre yıllık gelir götürüyordu. Başpiskopos Dük Calibre, 75 bin nüfusuyla geniş bir ülke üzerinde tam bir iktidar sahibiydi. Resmi görevlilerin büyük bir kısmını o tayin ediyordu. Piskopos ve başpiskoposların (toplam 131 kişi) piskoposluktan toplam 5600 bin livre ve başrahiplikten 1200 bin livre, sadece kâğıt üzerinde kişi başına ortalama 50 bin, gerçekte ise en az 100 bin gelirleri vardı.
O zamanlarda Fransa seyahati yapmış, İngiliz ekonomi uzmanı ve çağının tipik bir burjuva görüşü savunucusu Jung şöyle yazıyordu:
“Saint-Germain manastırında bulundum. Bu, bütün ülkede en zengin manastır, başrahip ise 300 binlik gelir sahibidir. Böylesine büyük gelirlerin bu şekilde dağıtımını gördüğümde, sabrım tükeniyor. Böyle bir şey 10. yüzyıl için geçerli olabilir, ama 18. yüzyıl için değil. Bu gelirin sadece dörtte birine ne kadar çiftlik kurulabilirdi? Ne kadar turp, lahana, patates, yonca, ne kadar koyun ve nasıl bir yün alınabilirdi? Şişman bir rahip domuzundansa bunlar daha iyi olmaz mıydı? Gözüm iyi bir çiftçi arıyor, fakat karşıma hep rahipler ve devletin ceza evleri çıkıyor.”
Sosyetik kesimin büyük bir bölümü konaklarını terk ederek kral sarayında toplanmıştı. Sarayın pervasızca harcamaları, devlet borcunu 1200 milyon livre gibi büyük bir borca sokmuştu. Köylü, sefil ve aç bir hayat sürdürmekteydi. Fransa’nın çoğu eyaletinde başlayan köylü isyanları geniş şekilde yayılmaya başlamıştı. Burjuvazinin elindeki servet giderek birikiyor, siyasi bilinci ise yükseliyordu. Edebiyat, basın ve salonlar, kral ve saraya karşı keskin muhalefette olan toplum düşüncesini yansıtmaktaydı. Montesquieu’un anayasal monarşisi, Rousseau’un radikal demokrasi propagandası, Sieyes’in de söylediği gibi, o zamana kadar “hiçbir şey olmayan”, fakat “bir şey olmak isteyen” üçüncü kuşağın tepesinde giderek artacak şekilde karşılık bulmaktaydı. Voltaire’in kiliseye karşı aşağılayıcı saldırıları, Rousseau’un hararetli çağrıları, d’Holbach’ın mekanik materyalizminin demir ardışıklığı, bilimsel doğa düşüncesi, burjuva ideallerinin mutlak ve doğal insan hakları olarak ilan edilmesi, o dönem insanlarının beyinlerini meşgul etmekteydi.
 
Sosyete ve ruhban sınıfı, Kral ile halk arasında bir arabulucuydu. Chamfort, “Tabii canım, avcıyla tavşan arasındaki köpek gibi bir arabulucu!” derdi. Havada artık fırtına kokusu vardı. Çok yakında devrimin şiddetli ve temizleyici rüzgârı esecek, Richelieu’un “kralların son gerekçesi” dediği toplar da Bourbon’lar Fransa’sının yıkılmakta olan saltanatını koruyamayacaktı. 1789 yılında Büyük Fransız Burjuva Devrimi başladı. 14 Temmuz 1789 yılında Paris’in varoşlarından çıkan halk kitleleri, muhafızlarla birleşerek Bastille’e saldırdılar. Mücadele sonunda eski düzenin simgesi olan Bastille, ele geçirilerek dağıtıldı. Bastille’in alınması haberi hızla Lyon’a kadar ulaştı. Bu olay, Andre Marie’yi oldukça derinden etkiledi. Ampére’in ailesi monarşinin devam etmesinden yanaydı ve dini eğilimdeydi. Fakat ailenin tüm bireyleri Bastille’in düşüşünü, 18. yüzyılın burjuva ideologlarının eserlerinde müjdesi verilen yeni ve mutlu bir çağın eşiği olarak kabul edip alkışlıyordu. Şiir yeteneği olan ve yazarlıktan da anlayan Jean Jacques Ampére, “Artaserhas veya Anayasa Kralı” başlıklı trajedisinde, düşüncelerini ifade ediyordu. Bu trajedide, İngiliz parlamentarizmi tarzındaki anayasal monarşi, bir ülkü olarak methediliyordu.
Andre ise, zamanını ailesiyle birlikte geçiriyor, tarla bitkilerini öğreniyor ve giderek sevdiği matematiğe daha çok bağlanıyordu.
İhtilal olayları hızla yayılmakta, sınıf mücadelesi şiddetini artırmaktaydı. Yabancı orduların ölümcül tehditleri yaklaşmaktaydı. “Vatan tehlikede!” idi. Jirondenlerin temsil ettiği liberal burjuvazi giderek, istikrarlı demokrasiye daha çok düşman olmaya başlıyordu. Jakobenler dağı, çevik ellerle birlikte enerji ve sadakatin yer aldığı halk kitleleri partisi ile omuz omuzaydı.  Jirondenlerle Jakobenler arasındaki amansız savaş ikincilerin zaferi ile sonlandı. “31 Mayıs 1793 yılından 26 Temmuz 1794 yılına kadar hiçbir korkağın, hiçbir tüccar veya vurguncunun ortalıkta görünmeye bile cesaret edemediği, kanun tanımazlık cesaretine sahip olan, hiçbir şey önünde geri adım atmayan, demir bilekli insanların ortaya çıktığı; halkın tamamının bir anlığına her türlü korkaklığını, bencilliğini ve dilenciliğini silkinip attığı” o muhteşem dönem nihayet gelmişti.
Sadece devrimci şehir yoksullarının yönetici merkezi Komünün bulunduğu Paris’te değil, kırsal eyaletlerde ve özellikle büyük şehirlerde de ihtilal kuvvetleri büyümekte ve güç kazanmaktaydı. Bir o kadar da azgın ve gözü dönmüş bir dirençle karşı karşıyaydı.
Aristokrasi, Lyon ipek ürünlerinin ana tüketicisi olduğundan, büyük ticari ve sanayi merkezi olan Lyon’da burjuvazi, devrimden büyük oranda zarar görmüştü (1760 ile 1789 yılları arasında onsekiz bin, 1794 yılında ise sadece dört bin ipek tezgâhı işletilmekteydi). Burada, devrimin derinleşmesinden endişe eden girişimciler, tüccarlar ve büyük burjuvazinin diğer tabakaları arasında, kraliyet egemenliğini açıkça geri getirmeye çalışan eski kalıntılar içerisinde, devrim karşıtı Jirondenler kendilerine güçlü bir destek bulmuşlardı.
Bu karşıtlıklar şehrinde, sınıf güçlerinin ayrışması en üst seviyeye ulaşmıştı. Lyon’un en devrimci unsurlarının başında Marie Jozeph Chalier yer almaktaydı.
Eğitimli ve çok yer gezip görmüş, çılgın hislerle yaşayan ve fedakârlığından ödün vermeyen Chalier’in enerjik yapısı, onu devrimcilerin safında yer almaya itmişti. İhtilalin ilk günlerinde Paris’e giderek yıkılmış mutlakıyetin bir sembolü olarak Bastille taşlarını getirmişti. Sonrasında ise, Malta adasının köleleri ve Sicilya hayvan yetiştiricileri arasında devrim propagandası yapmak için acele etti. Döndüğünde, kendisini mükemmel yönetsel yetenekler sergileyeceği belediye mahkemesi ve askeri (ileride devrimci) ceza mahkemesi başkanlığına seçtiler. Jakoben ve 1792 sonlarına doğru Lyon’un en meşhur insanıydı. Lyon işçileri ve şehir yoksullarının bu önderini boşuna “fakirlerin dostu” diye adlandırmamışlardı. Chalier, Kralın idamını talep ediyordu. Aşırıcılıkta ve terör estirmekte ısrarlıydı.
Paris’te bozguna uğrayan Jirondenler, Toulouse, Bordeaux, Marsilya, Lyon, Toulon, Montpellier, Nimes gibi Güney ve Güney-Batının ticaret ve sanayi merkezlerinde ayaklanma çıkardılar. Toulon, İngilizlere teslim oldu. Lyon’da Jirondenler yönetimi ele geçirebildiler. Harekât, genel olarak büyük mülk sahiplerinden oluşan başkanlık ve bölge müdürlüğü tarafından yönetilmekteydi.
Ayaklanma günü Chalier, her zaman olduğu gibi, askeri mahkemeye gitti. Dostlarına, “Vicdanım beni hiç rahatsız etmiyor” diyordu. Ertesi gün Chalier tutuklanarak mahkemeye çıkarıldı. Ağzına kadar kral taraftarlarıyla dolu “Toplumsal Kurtuluş Cumhuriyet Komisyonu”, karşı devrimci burjuvazinin en sevdiği sahte delil üretme yöntemine başvurarak, Chalier’in bir göçmenden aldığını iddia ettikleri sahte bir mektup düzenlediler.
Temmuzun on beşinde Charlotte Cordey, Marat’ı öldürdü. Temmuzun on yedisinde ise Kral taraftarları ile birleşen Jirondenler, Chalier’i idam ettiler. Bıçak altındayken celladına, “Kokardımı bana geri ver ve sağlamca yakama tak, zira özgürlük için ölüyorum!” dedi Chalier. Tecrübesiz cellat, devrimcinin başını kesmek için giyotin bıçağını üç kez indirmek zorunda kaldı. Dostları, Chalier’in kafasını gizlice toprağa gömdüler; Lyon’un Jakobenlerce ele geçirilmesinden sonra ise, Collot d’Herbois tarafından Paris’e götürüldü.
Chalier’in yargı dosyasını Jean Jacques Ampére düzenlemişti. Artık 1791 yılından itibaren Jean Jacques, Lyon ile Poleyyieux arasında gidip gelmekteydi. Ayaklanan köylüler tarafından Poleymieux emirinin katledilişinden sonra Jean Jacques, Lyon’a taşınarak Jirondenlere katılmış ve şehir yönetiminde bir takım görevler almış, Özellikle de Kamu Düzeni Güvenliği Mahkemesinin başkanlığını üstlenmişti. Jirondenlerin yönetime el koymaları üzerine Chalier, devrime ihanetten toplum karşısında suçlandığında Ampére, görevinin verdiği yetkiler gereği, tutuklama kararını imzaladı.
Chalier’in ilk ifadesini alan ve onun idamına hüküm veren Askeri Mahkemeye sevk dosyasını düzenleyen de Ampére idi.
Chalier’in yargılanması için gereken delillerin toplanmasında kullanılan kirli dolaplarda Ampére’in ne gibi katkıları olduğunu bilemiyorsak da Lyonlu Jakobenler başkanının idamında kuşkusuz rol oynamıştır. Lyon’un Paris’ten gönderilen Jakoben orduya direndiği, Lyon’da kalan Jirondenlerin ise yabancı Piyemonte kuvvetlerini beklediği tüm süre boyunca Ampére, kendisine verilen yükümlülükleri özenle yerine getirerek görevine devam etmekteydi. Jirondenlerin karşı devrim davası uğruna büyük bir inançla mücadele ediyordu. Bitmeyen Lyon kuşatması ve umutsuzluğun giderek artması da Ampére’i hiçbir şekilde olumsuz etkilememişti. İç savaşta, devrimin yayılmasını önlemeye çalışan sanayi ve ticaret burjuvazisinin yanında sağlam yerini almıştı.
Matematikle ilgilenen oğlunun ise, sınıflar arasındaki bu ölümcül çatışmada babasının nasıl bir rol aldığından haberi bile yoktu. Jakoben hükümetinin ordusu, Lyon yakınlarında uzun ve inatçı bir mücadele vermek zorunda kaldı.
Ekimin 9’unda şehir, nihayet teslim oldu. Lyon’un düşmesinden üç gün sonra, 12 Ekim 1793 yılında, Ulusal Konvansiyon isyancı şehrin imha edilmesine dair kararname yayınladı:
“3 … Lyon şehri yıkılacaktır, bütün zengin evleri yerle bir edilecektir, sadece fakirlerin evleri, vatanseverlerin konutları, insanlık ve halk aydınlanması uğruna yapılan, özel olarak sanayi ve politika için uyarlanmış binalar kalacaktır.
4. Lyon şehrinin adı bütün Cumhuriyet şehirleri listesinden silinecektir.
5. Kalan evlerin toplamı, bundan böyle “Kurtarılmış Komün” adını taşıyacaktır.
6. Lyon yıkıntıları üzerinde, gelecek nesillere bu şehrin kraliyetçilerinin işlediği cinayetleri ve aldıkları cezaları anlatan bir kolon kurulacaktır; üzerinde, “Lyon özgürlüğe karşı geldi ve Lyon diye bir yer artık yok.” sözleri kazınacaktır.
Tek ve bölünmez Cumhuriyetin ikinci yılının birinci ayının 18. günü.”
Zafer çalan Jakobenler, acımasız bir şiddet uygulayarak karşı devrimin bütün kötülüklerini; özgürlük düşmanlarına herhangi bir şekilde destek sağlayacak, devrime zarar verebilecek her şeyi yok ettiler.
Birçok insanla birlikte Jean Jacques Ampére de tutuklandı. Lyon’un alındığı ilk gün, Ekimin 9’unda ceza evine gönderildi. Kasımın 23’ünde Ampére, Fouche tarafından kurulan Cumhuriyet Güvenliği Geçici Komisyonuna sevk edildi. Aynı gün derhal infaz edilmek üzere idam cezasına çarptırıldı. “Chalier’in tutuklama kararını imzalayan yargıç” yazılı levha, Jean Jacques’in göğsüne asıldı.
Yalnızlığına devam eden Andre Marie ise bütün olup bitenlerden habersizdi. Babasının anî ölüm haberi, Andre’yi korkunç bir darbe gibi çarptı. İnanılmaz sarsıntı, Andre’nin bütün zihinsel çalışma kabiliyetini elinden alarak kendisini dış olaylara karşı ilgisiz bir varlığa dönüştürdü. Jakobenlerin büyük diktatörlük dönemini sanki letarjik[4] bir uykuda geçirdi ve ancak burjuva Thermidoru[5] zamanında gözlerini açtı.

[1] 16.yy da Fransa'daki Protestanlara verilen ad. Calvinistdirler. Paris Katliamı’ndan sonra büyük ölçüde bu ülkeyi terk edip İsviçre ve İngiltere’ye yerleşmişlerdir. Çoğunlukla ticaretle uğraşan Huguenontların ülkeden atılması, İspanya’dan Marranilerin atılmasına benzer bir etki yaratmış ve sanayi devrimi öncesinde Fransa’yı İngiltere karşısında büyük bir güçten mahrum bırakmıştır.

[2] Jironden, isimlerini Bordeaux kentini de içine alan "Gironde" bölgesinden almış, Fransız İhtilali esnasında mecliste burjuvazinin sesi olarak algılanmış, Krala yakın bir gruptu. Her ne kadar kurulduğu zamanda parti diye bir kavram olmasa da en az bir parti kadar organize bir örgüttü.

[3] Fizyokratlar: XVIII. asır ortalarında Fransa'da ortaya çıkan bir iktisat ekolü mensuplarına verilen genel ad. Fizyokratların öncülüğünü François Quesney ve anne Robert Jacques Turgot gibi ünlü düşünürler yapmıştır. Onlara göre gelir ve servetin tek kaynağı vardır, o da tarımdır. Diğer bir deyişle, Fizyokratlara göre, üretim faaliyeti sonucunda kullandığı malzemeden daha fazla ürün yaratma gücüne sahip olan tek kaynak tarımdır.

[4] Laterjik uyku: Yaşama işlevlerinin çok zayıfladığı, çok derin ve sürekli patolojik uyku durumu, uykuntu.

[5] Thermidor: Fransız Devrim takviminin 11. Ayı.

 
 
YAZAR, ÇEVİRMEN VEYA BAYİ OLARAK
BİZİMLE ÇALIŞMAK İSTER MİSİNİZ?