• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.twitter.com/@EtkinYayinevi
    • YENİ ÇIKTI... Hüznün İsyanı TURGENYEV
    • Bu biyografi, bundan yaklaşık yüz sene önce yayımlandı. Dönemi için yeni kabul edilen bir tür olan biyografik roman tarzında yazılan bu kitap, değerini günümüze kadar muhafaza etmeyi başarmıştır. Rus toplumunun taşrada oturan sıradan bireyleri için yazılmış bu kitaplar bugün de yalnızca kitap kurtlarına değil, tarihteki büyük insanların hayatı ve psikolojisi hakkında çok az bilgi sahibi olanlardan, asıl mesleği bu olanlara kadar geniş bir yelpazedeki okurlara tavsiye edilebilir.
    • Yeni Kitap... DARA DURMAK
    • Bu kitap, iki Alevi ailenin “Yol Kardeşi” yani “Musahip” olmalarını konu eden bir romandır. Merkezinde “Musahip Cemi”nin yer aldığı kitap, "Yol Kardeşi" olan iki ailenin iki çocuğunun; Melek ile Mazlum adlı iki gencin hüzünlü aşkları etrafında şekillenmektedir. Anadolu'nun bir yöresinde geçen olayı sade ve akıcı bir dille anlatan yazar, bir bakıma Alevilik kültürünü ve felsefesini edebiyat diliyle okurlara sunmaktadır. Keyifle okuyacağınıza inanıyoruz.
    • YENİ KİTAP... Evrenin Sonsuzluğunda BRUNO
    • ...Şimdi ondan ne suç ortaklarının isimlerini isteyen vardı, ne de dava arkadaşlarını satmasını talep eden. Ondan isteneni yapsa bile kimsenin zindana atılacağı yoktu. Kimseye ihanet etmeyecekti sonuçta. Peki fikirlerine ihanet edecek miydi? Yıllarca öğrettiği ve ateşli bir şekilde savunduğu fikirlerine?
      Ayağa kalktı. Kararlı ve heybetli bir duruşla, yargıçların yüzüne haykırmaya başladı: “Bana okuduğunuz bu hüküm, benden çok sizleri korkutmaktadır!”
      Uzaya giden yol ateşten geçiyordu...
    • YENİ KİTAP... Matematik Dehası PASCAL
    • Pascal’ın babası matematikle uğraşmayı ve evinde matematikçileri toplamayı severdi. Ancak, oğlunun çalışmaları için bir plan yaptığında, oğlu Latince’yi iyice benimseyene kadar matematiği bir kenara koymaya karar verdi. Blaise’in merakını bilen babası tüm matematik çalışmalarını ondan dikkatlice saklar ve hiçbir zaman onun yanında arkadaşlarıyla matematikle ilgili konuşma yapmazdı. Çocuk matematik öğrenmek istediğini söylediğinde, babası matematiği ona gelecekte öğreteceğini vaat etmişti.
    • Çağının Ötesinde Bir Dahi TESLA
    • Sıradışı geniş ve açık bir alın, karakteristik, ince hatlı zarif bir burun, çökük yanaklar, yarım bir tebessümle donakalmış ince dudaklar, bakışlarıyla insanın ruhuna işleyen yorgun ve hüzünlü o harika mavi gözler... Seksen yedi yaşındaki ihtiyarın yüzünün tüm çizgilerinde, canını kurtarmak için değil, sadece insanlık yararına bir şeyler yapabilmek uğruna, en azından biraz daha zaman kazanabilmek için ölüme ısrarla direnen ifadesi kazınmıştı. (...)
    • Doğu'nun Sönmeyen Yıldızı HAYYAM
    • ...tarih, insanoğlunun faaliyet gösterdiği her alana yeteneği olan pek çok dâhiye tanıklık etmiştir.Onlar tüm insanlığın gerçek süsü, en büyük serveti ve hazinesidir. Ömer Hayyam’ın da onlardan biri olduğunu söyleyebilir miyiz? Kesinlikle evet. Hemen aklımıza ikinci bir soru geliyor: Bu yeteneklerden hangisi daha çok göze çarpar? Adını ölümsüz kılan asıl şey nedir? Acaba Hayyam'ın hangi yeteneğini ilk sıraya ...
    • yeni kitap... Elektriğin Newton'u AMPERE
    • Daha çocuk yaşlarındayken babasının giyotinle öldürülmesinin sarsıntısıyla ruhsal bunalıma giren ve neredeyse bitkisel hayattan bir yılda çıkan, sonra da adını buluşlarıyla bilim tarihine yazdıran; ama sahip olduğu muhteşem zeka kadar da özel hayatında mutsuz olan bu büyük insanın acıklı yaşamöyküsü.
    • TÜRKİYE'DE BİR İLK...
      Tolstoy'un bilinmeyen eseri ilk kez Türkçe yayınlandı.
    • Rusya’da ilk kez 1886’da yayınlanan ama hem Çarlık Rusyası, hem de Sovyet Rusya’nın sansürü nedeniyle bilinmeyen bu kitap Türkiye’de ilk kez yayınlanmaktadır. “Yunan Öğretmen SOKRATES” kendi zamanını aşan, tüm zamanlar için geçerliliği olan bir eserdir. Yaşamlarının anlamını ve amacını merak edenler, bu kitapta kendileri için çok yeni, beklenmedik ve aradıkları doğru cevapları bulacaklardır. Bu kitap her yaş ve meslekteki insanın ilgisini çekecek bir kitaptır.
    • 8 Şubat 1828 yılında doğan JULES VERNE 196 yaşında...
    • Yazdıkları kadar biyografisi de sırlarla dolu olan Jules Verne, kendi geleceği hakkında bile hiçbir tahminde bulunmazken nasıl olmuştu da insanoğlunun yüz yıl sonra gerçekleştirdiği teknolojileri önceden hayal edip yazabilmişti? O, bilim ve teknolojiye yol gösteren bir peygamber miydi? Bilim ve teknolojide meydana gelecek gelişmeler sadece ona mı gözükmekteydi?
    • Modern Romanın Babası CERVANTES
    • “Hayatımda, kader çarkının zirvesine çıkmayı başarabildiğim tek bir gün bile olmadı. Ben ona tırmanmaya başlar başlamaz o durdu.”
      Hayat yolunun sonuna yaklaşırken Cervantes, bu üzücü sonucu çıkarmıştı. Bir taraftan etrafını kuşatmış hayat şartlarında fikirlerinin zaferi için, diğer taraftan da sonsuz maddi gereksinimleri olan kişisel varoluşu için sürdürdüğü ikili mücadelede yorgun düştü; ama yenilmedi.
    • Charles DICKENS 207 yaşında...
    • Romanlarında yoksulları, emekçileri, sağlıksız evleri, barakaları anlatan; kendi de çocuk yaşta işçi olarak çalışmış biri olarak özellikle çocukların yaşadığı zorlukları, çocuk emeği sömürüsünü, kimsesiz çocukları, güçlü bir anlatımla dile getiren; anlatımı yalın, süssüz, ancak gerçekçi ve etkileyici olan ve “... İçinde yaşanılan dönemi tüm pislikleriyle anlatan gerçekçi yazar” Charles DICKENS 7 Şubat'ta 207 yaşına girdi. Eserleriyle yaşayan DICKENS'in ilginç biyografisi bu kitapta.
    • Meksika Halk Kahramanı PANCHO VİLLA
      Çıktı...
    • "O günlerden daha kötüsünü hatırlamıyorum” diyecekti sonrasında Villa, “Allah, düşmanımın başına bile vermesin. En çok da yaralı ve bitap düşmüş askerlerimin can vermiş olması, benim onlara hiçbir şekilde yardım edememiş olmam beni mahvetti. Onca yıl komutam altında korkusuzca mücadele veren kardeşlerimin birbiri ardına düştüklerini ve arkalarında kanlarını bıraktıklarını gördükçe boşuna mı verdik bu kurbanları, halk bir gün büsbütün toprak ağalarına ve para babalarına karşı galip gelebilir mi
    • "BU KİTABI NEDEN YAZDIM?
    • Böyle bir sorunun cevabının daha ilk cümlesinde Mustafa Kemal Atatürk’ün insan olarak, teşkilâtçı olarak, ihtilalci olarak, barışçı olarak sıfatlarından bahsetmek gerekir ki, bu büyük adamın hatırasına kalbinin en samimi köşesini ayıran Türk okuyucusuna bunları anlatmak beni biraz güç duruma düşürüyor. PARAŞKEV PARUŞEV"
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam35
Toplam Ziyaret117695

ANASAYFA


     Bilime Adanmış
Bir Yaşam
PAVLOV

   
Ürün Kodu : 978-975-6391-31-0
Üretici : ETKİN YAYINEVİ
Etiket Fiyatı : 89 TL (KDV Hariç)
Ürün Özellikleri
Bir harika insanlar kategorisi vardır. İlk gençlik yıllarında ya da biraz daha ileriki yaşlarda belli bir fikre bir kez kapıldılar mı artık ömür boyu
        Detaylar
 
 
Detaylar
Siz Onları Hiç Böyle Tanımadınız...
Bir harika insanlar kategorisi vardır. İlk gençlik yıllarında ya da biraz daha ileriki yaşlarda belli bir fikre bir kez kapıldılar mı artık ömür boyu o fikri kovalarlar; son nefeslerine kadar onun peşinden koşarlar. Hayatın tüm çeşitliliğinden, mutlu ve hüzünlü yollarından sadece birini; değişmez ve katı olanını bilirler. Ateşli kalpleri, tutkuları ve sağduyularıyla birlikte coşarlar. İçleri, son hücrelerine kadar inanç ve güçle doludur. Müthiş bir azimle çalışırlar. Böylelerinin en küçük hücrelerine kadar her şeyine, azim ve inanç ile kendilerine ve başkalarına karşı zalimlik sinmiştir. Alay konusu olmak, başarısızlıklar ve güçlükler onlara vız gelir. Tutkuları engel tanımaz. İdeallerine bağlı kalarak sadece bir amaç güderler; kendilerini bir tek ona adarlar. Önyargıdan, peşin hükümden uzak, emin adımlarla gerçeklerin peşinden başarıya doğru ilerlerler. Kendilerini, sevdiği işe erken yaşlarda adayan bu kişilerin hayatı iyice tanıma, onun mutluluklarını tadma; aşkın, sevginin ve inceliğin değerini öğrenme fırsatları olmaz. Dünyanın zenginleşmesini sağlayan bu büyük emektarlar, kendi içlerindeki güzellik duygusunu bastırarak dünya için güzellikler yaratırlar.
Pavlov, böyleydi.
Onu hiç böyle tanımadınız.

Önsöz
İvan Petroviç Pavlov:
Bu üç sözcük tüm dünyada, sonuna kadar bilime adanmış; güzel ve çok yönlü bir hayatın sembolü olmuştur. Rus kökenli olan bu insan bizler için özellikle çok değerli. Yüce bir kişilikte olması gerektiğine inandığımız, genç yaşlarda kendimize örnek olarak seçtiğimiz en güzel karakteristik özellikler onda bir arada toplanmıştır.
Bilimde yeni bir çağ başlatmış; bilimsel denemeleri, ahlaklı olmasını engellememişti. Çekici sadeliği, Rus iyi yürekliliği ve samimiyetiyle, sohbet ettiği herkesi kendine hayran bırakıyordu.
Hayat dolu, sağlıklı ve fiziksel açıdan güçlü olan Pavlov, insan doğasının görkemli ve renkli bir örneğidir.
Tüm bu özellikleri, bedeninin her hücresine işlemiş olan yüce vatanına duyduğu sonsuz sevginin renklerine büründüğünde bu unutulmaz insanın gerçek kişiliğini görebilirsiniz.
Pavlov, kelimenin tam anlamıyla bir vatanseverdi. Rusya’nın doğasını çok seviyordu. Vatanının bilim ve sanatını ise daha çok seviyordu ve herkesi var gücüyle onlar için mücadele etmeye çağırıyordu. Ülkemizde, gelmiş geçmiş en büyük “sosyal deney” olarak sosyalizmin kurulmasının önemini kavrayarak büyük vatanımızın genç kuşağını özellikle çok sevdi. İvan Petroviç’in Sovyetler Birliği gençliğine hitabesi, bu sevgisinin ve genç araştırmacılar için bilimin zirvelerine ulaşmada başarı dileklerinin ölümsüz belgesi olmuştur. Bu gerçeklerin ışığında, Sovyet literatürünün bu büyük vatandaşımızın bilimsel kişiliğiyle ilgili ayrıntılı ve herkesin ulaşabileceği bilgilerden neredeyse tamamen yoksun olması daha da üzücü olmaktadır.
Gençlerin, Pavlov’un yaratıcı yöntemlerinin tüm özelliklerini, doğanın sırlarını azimle ve sistematik bir şekilde keşfetmenin yöntemlerini bilmesi gerekir. Onun hayatı ders alınacak özelliklerle dolu, imrendiricidir; ama sadece o hayata imrenerek ona benzemeye çalışmak yeterli değil tabii ki.
Burada, Pavlov’un hayatından komik bir olay akla geliyor: 1935 yılında Ryazan şehrindeyken Pavlov, okul öğrencilerini ziyaret eder. Sohbet sırasında öğrencilere, “Ne olmak istersiniz?” diye sorar. Sınıf temsilcisi kız, cevap vermekte gecikmeden, “Hepimiz birer Pavlov olmak isteriz.” dediğinde İvan Petroviç şakacı bir ses tonuyla, “Hepiniz birden olmasanız…” der.

Gençlerimiz Pavlov’a benzemek istiyor ve bizim birinci vazifemiz, onlara yardımcı olmaktır. A. D. Popovski’nin yazmış olduğu, okuyucuya sunduğumuz bu kitap, gençlerimizin işini oldukça kolaylaştırabilir. Kitap, Pavlov’un ‘sanat laboratuvarının’ iç dünyasını adım adım açarak genç okurlara, araştırmacının sevinç ve üzüntülerle dolu zorlu laboratuvar yaşantısını anlatıyor. Şunu belirtmek gerekir ki, yazar A.Popovski kendine oldukça zor bir görev seçmiş. Pavlov’un yaratıcı özellikleriyle ilgili söylediklerimden belli ki bu insanın karakteristiğini, ancak ve ancak onun hayatını, kişiliğini ve karakterini, belli bilimsel çalışmalarını en ufak ayrıntısına kadar inceleme işini üstlenmiş biri yapabilir. Bu anlamda A. Popovski’nin kitabına iyi bir not verilmelidir: Pavlov’un yaratıcı yaşamı konusunda bu kitap çok yönlü bilgiler verebilir. Yazar, bilimin geniş kitlelere tanıtımı ile ilgili birçok defa karşımıza çıkmıştır. Fizyologlar, cerrahlar, parazitologlar vb. hakkında “Hayatın Kanunları”, “Özverili Araştırmacılar” gibi kitaplar yazmıştır. Bu, A. Popovski’nin, hayatını edebiyatın zor ve sorumluluk gerektiren dalına adadığını göstermektedir. Pavlov hakkındaki bu kitap, yazarın deneyimini ortaya koymaktadır. Kitapta, Pavlov’a özgü çalışma şevkinin çok renkli bir şekilde anlatımının yanı sıra, zorlu bilimsel çalışmaların değişmez yoldaşları olan tereddüt ve şüphelerin ıstırabı da açıkça ifade edilmiştir. Yazar, zaman zaman Pavlov’un deneysel ‘hatalarını’ abartmakla birlikte bu bilim adamının laboratu-varına özgü olan ‘laboratuvar olayları’ çok doğal bir şekilde anlatılmıştır. Pavlov’la doğrudan doğruya bir temasta bulunmayan yazar için Pavlov’un son derece renkli, duygulu konuşmasını; dağıtma, beğendiği şeye övgüler yağdırma ve homurdanma huylarını konuşma biçiminde anlatabilmek zor bir iştir… Bu noktada ayrışmalar kaçınılmazdır. Bu nedenle yazarın Pavlov’a atfettiği bazı konuşmalar, bilim adamı ile her gün çalışma ortamında karşılaşma şansı olan biri için çok da doğal gelmeyebilir. Yine de, birkaç ufak tefek istisna dışında yazarın, Pavlov’un portresini başarıyla çizebildiğini kabul etmek gerek ve okurlar da büyük öğretmenin kişiliğini kendi kafalarında açıkça canlandırabilirler. Biyografi kısmı ile kişiliğinin anlatıldığı kısım oldukça başarılı sayılabilir ve Sovyetler Birliği gençliği buralardan büyük fayda sağlayabilir. Fakat yazarın görevi, yalnızca bir biyografi yazmakla sona ermemiştir. Yazar okurları, Pavlov Okulu’nun bilimsel çalışmalarının sonuçları ile de tanıştırmayı kendine görev edinmiştir. Konuya hâkim olmadığı halde yazarın, kitabının bu kısmını bu kadar başarılı hazırlamış olması hayret vericidir. Pavlov’un kan dolaşımı fizyolojisi, sindirim sistemi ve sinir sistemi alanlarındaki incelemelerinin genel karakteristiği doğru yapılmış; bazı detaylar ise uzman olmayan bir kişinin algılayacağı şekilde anlatılmıştır. Yazarın laboratuvar gerçekleriyle ilgili bazı noktalarda yaptığı bir dizi “yuvarlamalar”ın bilimsel eleştirisinin burada yapılmasını uygun bulmuyorum. Bilimsel gerçeklerin sanatsal biçimde ifade edilmesinin nihai etkisi şüphesiz ki olumludur. Okur, ilk defa Pavlov tarafından ortaya çıkarılan fizyolojik süreçlerin doğası ve anlamı konusunda oldukça dolgun bilgiler elde edecektir. Kan dolaşımı alanında araştırmalar yaptığı dönem Pavlov’da oldukça “pürüzsüz” geçiyor. Oysa bilim adamının hayatını yakından incelediğimizde bu alanda elde ettiği sonuçların o dönemin bilimsel çevreleri tarafından büyük direnişle karşılandığını görüyoruz. Örneğin, az bilinen, “Aziz Makariy Ödülü”yle ilgili olay bunu yeterince ifade eder. Bu ödül, Bilim Akademisi tarafından ilginç bilimsel çalışmalar için veriliyordu. 1884 yılında Pavlov, şu anda ünlü olan “Kalbin Merkezkaç Sinirleri” adlı çalışmasıyla yarışmaya katılmıştı. Cerrahi Tıp Akademisi profesörü Tarhanov, bu çalışma hakkında tamamen olumsuz eleştiride bulunmuş; Pavlov, ödülü alamamıştı. “Sindirim Bezlerinin Çalışması Üzerine Dersler” adlı klasik kitabının kabul edilmesi de kolay olmamıştı. Bunun gibi tarihsel terslikler, gençler için ders verici olmaktadır. Bu olaylar, bir toplumun bilgi seviyesini çok aşan fikirlerin o toplum tarafından kabul edilmelerinin ne kadar zor olduğunu gösteriyor. A. Popovski’nin kitabının bir diğer olumlu yönü ise, yazarın, Pavlov’un öğrencilerinin yaptığı birkaç önemli çalışmaya da yer vermiş olmasıdır. Örneğin, K.M. Bıkov Okulu’nun işlediği orijinal fizyolojik akım, bunlar arasında sayılabilir. Bu akım hak ettiği ünü elde ederek Pavlov’un metodunun, fizyoloji açısından ne kadar çok olanaklara yol açtığını bize bir kez daha kanıtlamaktadır. Titiz bir eleştirmen, kitabın bilimsel yönünde eksiklikler bulabilir; ancak unutulmamalıdır ki, A. Popovski’nin kitabı, Pavlov’un öğretisini tüm ayrıntılarıyla anlatmak üzere yazılmamıştır. Kitabın uyandırdığı bilimsel ilgiyi derinleştirmek isteyen okurlar, daha özel bilgi veren kaynaklara mutlaka yöneleceklerdir. Bu kitabın amacı, okurların bu konuya ilgisini çekmek ve Pavlov’un fikirlerinin temel gelişim sürecini onlara tanıtmak; bu fikirlerin, bu bilim dalının genel gelişim sürecinde kazandığı önemi anlatmaktır. Yazar, görevini başarıyla yerine getirmiştir. Elinizdeki bu kitabın, Sovyetler Birliği’nin meraklı gençleri tarafından hak ettiği ilgiyi ve başarıyı görmesini dilemek istiyoruz. 

SSCB Tıp Bilimleri Akademisi asli üyesi, Moskova Üniversitesi Profesörü P.K.Anohin

İLK SAYFA



KİTAPTAN BİR ALINTI:
(…)
Her bilim adamının kendi yolu, kendine has özellikleri vardır. Biri, çocukluğundan itibaren kimyager olma hayali kurar. İşe, şarap esasını incelemekle başlar, tırtılların bilinmeyen hastalığını tedavi eder, mayalanma kanunlarını keşfeder, tavuk kolerasını yener ve en sonunda, kuduz aşısını bulur.
İşte Pasteur...
Bir diğeri, çalışma odasının sessizliğinde arka arkaya teoriler üretir. On teoriden birisi amacına ulaşır. Uzun yaşamanın bağırsak florasıyla ilgili olmaması; ölümsüzlükle kurtarıcı yoğurdun, anarşinin bilime olan uzaklığı kadar birbirinden uzak olması hiç önemli değildir.  Zoolog ve veteriner, antropolog ve mikrobiyolog olan böyle biri, bitlerin ve akreplerin gelişimini, “Kalmık”ların[1] genetiğini araştırır; kolera, verem ve sifilis hastalıklarına karşı çareler ararken tesadüfen fagositozu keşfeder. Böyle biri, Rusya’dan yurt dışına gidip gelir, destek arar, büyük insanlarla tartışmalara girer. O hep sıradışı, nefes kesici şeylerle ilgilenir ve mutlaka her derde deva olmak ister.
İşte Meçnikov...
Bir harika insanlar kategorisi vardır. İlk gençlik yıllarında ya da biraz daha ileriki yaşlarda belli bir fikre bir kez kapıldılar mı artık ömür boyu o fikri kovalarlar; son nefeslerine kadar onun peşinden koşarlar. Hayatın tüm çeşitliliğinden, mutlu ve hüzünlü yollarından sadece birini; değişmez ve katı olanını bilirler. Ateşli kalpleri, tutkuları ve sağduyularıyla birlikte coşarlar. İçleri, son hücrelerine kadar inanç ve güçle doludur. Müthiş bir azimle çalışırlar. Böylelerinin en küçük hücrelerine kadar her şeyine, azim ve inanç ile kendilerine ve başkalarına karşı zalimlik sinmiştir.   Alay konusu olmak, başarısızlıklar ve güçlükler onlara vız gelir. Tutkuları engel tanımaz. İdeallerine bağlı kalarak sadece bir amaç güderler; kendilerini bir tek ona adarlar. Önyargıdan, peşin hükümden uzak, emin adımlarla gerçeklerin peşinden başarıya doğru ilerlerler.
Kendilerini, sevdiği işe erken yaşlarda adayan bu kişilerin hayatı iyice tanıma, onun mutluluklarını tadma; sevginin ve inceliğin değerini öğrenme fırsatları olmaz. Dünyanın zenginleşmesini sağlayan bu büyük emektarlar, kendi içlerindeki güzellik duygusunu bastırarak dünya için güzellikler yaratırlar.  
İşte Pavlov...
Tiyatroya gitmez, sinemayı sevmezdi. Daha doğrusu, her ikisini de sevebilme fırsatı olmadı. Hayatı boyunca tek bir film izledi. Müziği, zevkle dinlerdi; ama ne kadar az şey anlardı müzikten! Yazmak ona zor gelir, anlatmak daha çabuk ve kolaydır. Ressamlığa değer verir; ama kendi tek bir kez bile köpeklerin resmini çizmez. Köpekler, aslana benzediğinden, resimler bozulur. Ünlü Pasteur, bu konuda daha şanslıydı. Ünlü bir ressam, onun çizdiği resimlerle ilgili şöyle demişti:
“Bu kimyacı, iyi ki ressam olmamış, yoksa önemli bir rakibimiz olabilirdi.”
Pavlov’un; otonomik sinirler ve sindirimle ilgili teoriler öne sürmek ve hatta üst sinir sistemi alanını inceleyen bilim dalının kurucusu olmak gibi bir amacı yoktu. Seçenov’un prensiplerine, canlı organizmanın mekanizması anlayışına sadık kalarak adım adım, olgudan genellemeye doğru düzgün bir öğreti yarattı.
Herhangi bir şeyi sevmiş midir? Herhangi bir şeye zaafı olmuş mudur?
Evet, fizyolojiyi severdi. Şöyle derdi:(…)
(…)
Tıp, onda heyecan uyandırmadı. Pavlov hastaneyi sevmedi; ama yine de Akademi’yi altın madalya alarak bitirdi. Bilimin tarihi o kadar da ilginç değildir: Büyük kimya bilimcisi Pasteur, okuldaki kimya derslerinde oldukça başarısızdır ve tıpta yeni bir bilim dalının kurucusu olan bu adam tıbbın temel prensiplerini kavramakta çok zorlanmıştır.
Diplomasıyla birlikte doktor olarak tayin edildiğini bildiren görev yazısını alan Pavlov’un, düştüğü umutsuzluğu kolayca hayal edebilirsiniz. Elveda fizyoloji; Lewis, Seçenov... Ve ilham kaynağı Heidenhain olan hayal ve planları elveda! Elveda Petersburg, arkadaşlar... Kendisine öyle ustaca para ve yemek temin eden, çamaşırlarını çamaşırcıya götüren ve berberle birlikte dış görünüşüne özenle bakan iyiliksever ağabeyi elveda!..
O gün Pavlov’un halini görenler, korkunç bir görünümü olduğunu iddia ediyorlar. Elindeki kâğıdı öfkeyle didik didik ederek avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
“Bunu başaramayacaklar! Yanlış kişiye çattılar… Kahretsin! Verdikleri üç kuruş burs yüzünden beni bir yerlere doktor olarak göndermek ha? Ben bütün hastaları öldürürüm orada! Benden doktor mu olurmuş, ben sadece köpeklerle çalışmasını bilirim. Anlıyor musunuz, köpeklerle…”
Kollarıyla öyle sert, öyle tehdit edici hareketler yapıyordu ki, etrafındaki insanlar korkuyordu.
Küskün Pavlov:
“O parayı onların yüzüne fırlatacağım ve beni doktor yapmalarına izin vermeyeceğim! Doktor olmayacağım! İstemiyorum! Asla!” diye haykırıyordu.
Hayır, hayır! Bu ona göre değil. Yurt dışında Heidenhain ve Ludwig’in yanına gitmiş, Almanya’da Pflüger’in fizyoloji dergisinde ciddi bir makalesini yayımlamış, fizyolojinin sırlarını ortaya çıkarmış ve bu bilim dalını şimdiden çok sevmişti. Hayır, doktorluk ona göre değildi…
(…)
O arada hayat devam ediyordu. Pavlov evlendi ve ağabeyinin sorumlulukları, eşine geçti. Artık ayakkabısını, kıyafetlerini, çamaşırlarını eşi alıyor; berber, çamaşırcı ve aşçı ile olan işleri eşi hallediyordu. Bilim adamının üzerinde yeni bir kıyafet gören iş arkadaşları:
“İvan Petroviç, bu üzerinizdeki de ne böyle? Yeni mi yoksa?” şeklinde espriler yapıyorlardı.
Pavlov ise sıkılarak etrafına bakıp özür dilermişçesine:
“Evet, yeni. Almam için zorladılar…” diye cevap veriyordu.
Yeni bir merakı oluştu: Koleksiyon yapmak. Pul, bitki, tablo ve kelebek toplamaya başladı. Profesör, kelebek koleksiyonunu oğlu için yaptığını iddia ediyordu; ama onu, elinde bir ağ kepçeyle tatlı dille kelebeğe yaklaşırken görenler, bu koleksiyonun aslında kimin için olduğunu anlıyordu. Şundan daha güzel bir delil olabilir mi? Aleyhte oy alıp Fizyoloji Bölümü Başkanlığı’nı başkasına kaptırdığı haberi onu neredeyse hiç üzmedi. Bilim adamı o arada krizalitleri, dönüşümlerini tamamlayan kelebek hasadını toplamaya uğraşıyordu. Böyle bir anda bölüm başkanlığı mı düşünülür!
(…)
İşte, Pavlov’un zaafları ve tutkuları böyleydi, onu bırakmak istemiyorlardı. Ameliyatları, hem sağ hem sol eliyle yapıyor; gorodki oynarken sadece sol elini kullanıyordu…
(…)
Eski alışkanlıkları da devam ediyordu. Eskisi gibi fiziksel çalışma hoşuna gidiyordu. Özellikle baharda ve yazın. Gorodki oynamak, yüzmek, bisiklet sürmek yeterli gelmiyordu; elleri, kazma ve kürek tutmak istiyordu. O zaman Pavlov bahçedeki patikaları temizliyor, çiçekliklerin toprağını belliyor; geceleri yorgunluktan uyuyamayacak kadar çalışıyordu. En sonunda, fiziksel çalışmadan duyduğu hazzın, hayatının anlamını oluşturan zihinsel çalışmadan duyduğu hazla karşılaştırılamayacak kadar büyük olduğunu kendine itiraf etmek zorunda kaldı:
“Bu haz bana, toprağı kendi eliyle işleyen büyük dedemden miras kalmış olsa gerek.”
 

[1] Sibirya’da yaşayan bir topluluk.

 
 
YAZAR, ÇEVİRMEN VEYA BAYİ OLARAK
BİZİMLE ÇALIŞMAK İSTER MİSİNİZ?