| ||||||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||||||
Detaylar | ||||||||||||||||||||||
GİRİŞ Paris’in banliyölerinden Jardies’de, tek bir ceviz ağacının cılız gölgesi arasından yükselen malikânenin bahçe duvarını tırmanmaya çalışan orta yaşlı adam, son bir hamleyle kocaman göbeğini yukarı çektikten sonra kendini çitlerin üzerinden bahçeye bıraktı. Bir patates çuvalı gibi yere yapıştı. Sersemlemiş bir halde başını doğrultmaya çalışırken burnunun dibinde bir çift çarık gördü. Çarığın sahibini tanıyordu; doğrulmaktan vazgeçip öylece bekledi. Çarıkların sahibi, “Bay Balzac,” dedi alaylı bir sesle, “olay artık müzikal bir komediye dönüştü, ne dersiniz?” Sesin sahibi, malikânesinin bahçesine göz kulak olması için aylık on altın franka tuttuğu Rouchon adındaki bahçıvandı. Balzac tam üç aydır Rouchon’a maaşını ödemiyordu. Dolayısıyla otuz frank borçlanmıştı. Yine cebinde para olmadığından, bahçıvana görünmeden malikâneye ulaşmak istemiş, o yüzden de bahçe kapısı yerine çitlerden aşmayı göze almıştı. Ama yine de yakalanmıştı işte... .............. Balzac’ın yazdığı metinler üzerinde çok hassas olduğunu en az benim kadar biliyorsunuz. Buna kaç kez tanık olduğumu anlatamam. Matbaadan yazdığı metinlerin çıktıları gelince hemen kendine bir kahve hazırlar ve yazıları okumaya başlardı. Kendisi de fazla değişiklik yaptığının farkındaydı elbette ve bunu da zaman zaman keyifle anlattığı olurdu. “Benim gibi bin bir güçlükle yazan bir insanın bu kadar çok eser üretebilmesi için bütün hayatını yazıya vermesi gerektiğini neden anlamak istemiyorsunuz?” Doğru söylüyordu Honore, her sayfayı, ama her sayfayı en az 18 kere düzeltirdi. 18 minimum rakamdı, bundan aşağı asla düşmezdi. Üst sınırını artık hiç hesaplamamıştım. Onun bir sayfanın başına oturması, benim bunalıma girmeme neden oluyordu. Daracık odada bir o yana bir bu yana yalpalayarak ve kahvenin daha fazla tadını alabilmek için uğraşıyordum, o kadar. Asla beni dinlemiyordu, asla! Ama Balzac’ın peşinde hiç ummadığı bir şey dolaşıyordu: Yorgunluk... 1840’lı yılların başından itibaren Balzac’ın sağlığı ile birlikte çalışma teposu da düşmeye başladı. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu, çünkü ben de ciddi anlamda yorulmuştum. İkinci bir Balzac olarak onun beyin kıvrımlarında dolaşmak bile beni yeterince yormuştu. Son yıllardaki bazı başarısızlıklar da onu iyice yıpratmıştı. O eski kıvrak ve becerikli Balzac’tan artık eser yoktu. Para ihtiyacı hala devam ettiği için de morali sık sık bozuluyordu. Dinlenmesi gerekiyordu. Birkaç kez dinlenmesi için telkinde bulunduysam da, “Param yok nereye gideceğim?” diyerek beni elinin tersiyle kovaladı. Bir gün tavanarasında bir odada bana dert yanmaya başladı. “21 Kasım’dan 5 Aralık’a kadar bütün zamanımı hastalıkla geçirdim Llo,” dedi. “Para konusunda verilen sözlerin tututlmamasından, aşırı çalışma ve sıkıntı yüzünden korkunç bunalımlara girdim. Kısıcası Llo, işi gücü bırakmış durumdayım. Bedenim kanımı emen sülüklerden yorgun düştü. Yine de birkaç güne kadar bu sıkıntılardan kurtulacak ve eskisi gibi sağlıklı hayatıma kavuşacağım. Bundan eminim. Yüreğimdeki büyük damarların biraz tıkandığı söyleniyor, ama gerçek şu ki, sürekli başım dönüyor ve rengim de hep sapsarı. Ayın onunda yeniden çalışmaya başlayacağım.” Zavallı dostum, zavallı Honore... Gözümün önünde eriyişi, yok oluşu beni de etkiliyordu. Onun yok olması demek, benim de yok olmam anlamına geliyordu, ama yapabileceğim bir şey de yoktu. “Bayan Hanska’dan bir miktar para istesen,” dedim. “İyi fikir, ama vereceğini sanmıyorum,” dedi umutsuzca. “Daha önceleri Berny, Kontes Guidoboi, Helene de Valette bana yardım etmişti. Bayan Hanska’dan hiç yardım görmedim desem yalan olmaz. Belki de zamanı gelmiştir...” Gözlerinde bir umut parıltısı belirmişti. Ardından kolları iki yana düştü. “Bayan Hanska benim Petersburg’a, yanına gitmemi istemiyor. Kaldı ki borç verecek... Çok umutsuz bir haldeyim Llo, bana bir akıl ver.” Onun aklı bendim işte... Sonuna kadar da kullanmıştı. Bunun farkında mı değildi? Bayan Hanska’nın tavrı çok net ve kesindi. Honore’yi Petersburg’da istemiyordu. Hatta Balzac’ı sadakatsizlikle, hafifllikle suçluyor, Viyana dönüşüde Heidelberg’de veya başka bir kentte Lady Ellenbourough’ta yakınlaşmasıyla kendisine ihanet ettiğini söylüyordu. Zehir zemberek mektuplardı gelenler ve Honore’nin umutsuzluğunu katlıyordu okudukça. İşte tam bu sırada Liszt belası sarmıştı Balzac’ın başını. Ünlü bir piyanist ve besteci olarak her gördüğü kadını baştan çıkarmaya çalışan ünlü piyanist, Bayan Hanska’ya da çengel atmış durumdaydı. Bu Balzac için dayanılmaz bir şeydi. Liszt’e saygısı sonsuzdu Honore’nin, hiçbir konserini kaçırmazdı ve her konser çıkışında onunla birlikte mutlaka yürürdük. Ama Bayan Hanska söz konusu olunca Honore frenlere basmak zorunda kaldı. Benim gördüğüm kadarıyla Liszt, orta boylu, solgun yüzlü bir delikanlıydı. Balzac’tan çok küçük görünüyordu bunu da ince yapısına borçluydu daha çok. Zekâ dolu bakışları olduğu kesindi. Dar bir alnı ve kalın dudakları vardı. Zaten Bayan Hanska’yı da bu “kalın dudaklarının” ayarttığı söyleniyordu Paris sosyetesinde. “Gülümsediği zaman gökyüzünü anımsatan dudakları vardı,” diyordu sık sık Balzac bana dönüp. “Son derece sevimli, hatta olağanüstü sevimli bir yaratık... Büyük sanatçının gözleri, özellikle de daracık alnı şeytanın aynı anda şevheti ve sefaleti temsil eden alnına benziyor. Bu adamın yaşamında birçok zorlu mücadele olduğundan eminim Llo. Yüzünün aşağı bölümü, özellikle de tanımlanması olanaksız gülümsemesi, bir meleğin gülümsemesini andırıyor. Bu haliyle elde edemeyeceği kadın da yok sanırım.” “Sık görüşüyor musunuz,” diye sordum. Sanki bilmiyormuş gibi. O da sanki ben karşısındaymışım gibi kendi sorduğu soruya cevap verme ihtiyacı duymuş olacak ki, “Düzenli olarak beni ziyaret ediyor,” diye başladı. “Olağanüstü bir yapısı var ve onu incelemek çok hoşuma gidiyor. Soylu tarafları olduğu gibi, yoksul tarafları da var ve saklamıyor. Ondaki üstün değerler karlı Alp Dağlar’ı gibi, ama aynı şekilde Charybde’deki gibi uçurumlar da var ruhunda. Kendisini felakete sürükleyebileceği gibi, başkalarını da felakete sürükleyebilecek bir yapıda...” “Bu seni ürkütüyor mu?” “Hayır, kesinlikle.” “Ama Bayan Hanska ile olan ilişkisi seni rahatsız ediyor...” Honore bir süre sustu. Düşünceye dalmıştı. “Hayır,” dedi yeniden... “Düşündüm de, hayır... Bu onu kıskanmam anlamına gelir, böyle bir şey yok.” “Emin misin,” diye sordum ısarlı biçimde. Yine elinin tersini başının üzerinde dolaştırıp, “Sen karışma,” dedi. “Liszt Moskova’ya konser vermeye gitti. Döndüğünde çok üzgün görünüyordu. Çok acıdım o haline. Onun dostluğu benim için çok önemli Llo. Kadim dostluk nedir bildiğim için, bu kelimeye haksızlık etmek istemem. Gerçekten çok üzüldüm. Alpler için bir şey diyemem de, uçurumlar insanı felakete sürükleyebilir. Yalnızca kendisini değil, başkalarını da sürükleyebilir.” “Ne demek istiyorsun Honore? Bunda imalı bir şey seziyorum...” “Evet, tahmin ettiğin doğru. Bayan Hanska’yı da felakete sürükleyebilir, söylemek istediğim tam olarak bu. Moskova’ya gidişi, oradan Petersburg’a geçmek isteyişi... Sanırım Hanska’dan yeteri kadar yüz bulamadı. Ama yine de bu adama hayranım Llo, ne yalan söyleyeyim. Ondaki dehayı fark etmemek mümkün değil.” “Bu da demektir ki, yakında Petersburg’a yolculuk var...” “Nereden çıkartıyorsun Llo? Petersburg’tan söz eden kim? Cebimde Petersburg’a gidecek kadar para olsa bir dakika durmam aslında ya, ama yok. Biliyorsun...” Yine de 3 Haziran geldiğinde Honore, Petersburg’a giden buharlı gemi için bilet almak için acentelere uğradı. İlk gemi Haziranın 22’sinde kalkıyordu, parası olmayan Honore için bu tarih çok erkendi. Temmuz başında bir miktar para bekliyordu ve o yüzden de Petersburg ziyaretini ertelemek zorundaydı. Çok acıklı bir hali vardı. Yaşamının en acıklı dönemlerinden birini geçiriyordu bana göre: Bir yanda sevgilisi bekliyordu onu, en azından Honore öyle olduğunu umuyordu, diğer yandan cebinde para olmadığı için gidemiyordu. Sonunda, sağdan soldan gelen birkaç kuruşu cebine doldurarak, 17 Temmuz 1842’de Petersburg’a giden buharlı bir gemiden biletini almayı başardı. Para kazanamamıştı, ama borçlanmayı sürdürüyordu. Mücevher işiyle uğraşan ve yüklü miktarda borç taktığı Buisson’a yeniden müracaat ederek, Bayan Hanska’ya hediye etmek üzere 800 franklık mücevher satın aldı. Kendine de bir o kadar para harcayarak şık takım elbise, gömlek ve yelek diktirdi. Buisson’a olan borcu 14 bin frankı geçmişti. | ||||||||||||||||||||||