| ||||||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||||||
Detaylar | ||||||||||||||||||||||
1600’lü yıllar... Öyle bir güldürü yazarından ve incelikli zekâdan söz ediyoruz ki, eserleri bugünün güncel gerçekliği ve çelişkilerini, insan doğasına dair çatışmaları hâlâ büyük bir ustalıkla bize yansıtabiliyor. Onun karakterlerine baktığımızda, çevremizde o karakterlerle kolayca uzlaştırabileceğimiz sayısız insanın yaşadığını görebiliriz. Öylesine çağına sığmaz ve ölümsüzdür ki, şimdiki zamanın kollarında tüm felsefesi ve zekâsıyla yaşamaya devam etmektedir. Molière, yaşadığı dönemde, karşısında gülmekten kendinizi alamadığınız durumlara soyluların düşmeyeceği, bu durumlara sadece sıradan insanların düşebileceği düşüncesini yıkmıştır. Nitelikli ve üstün bir komedi anlayışıyla oyun yazılabileceğini kanıtlamıştır. Komedinin birleştirici özelliği, Molière oyunlarında kendisini göstermiş, hangi sınıftan ve nereden olursa olsun hep birlikte sahnede olup bitene gülmek ve ortak düşünme eylemi onun komedisini belirleyen nitelik olmuştur. Bugün bile hâlâ, o devirde yaşadıkları düşünülürse, kralın soytarısı olmaktan sonsuza kadar hoşnut kalacak ve komedi yaptığını iddia eden insanlar olduğu düşünülürse, Molière’in karakterlerinin ve yazınının gücü daha net anlaşılabilir. Molière, komediyi adam akıllı bir iş olarak görmüş, basbayağı ciddiye almış, yaşadığı çağ olan 17. Yüzyıl Fransa’sının burjuva ve aristokratlarını eleştirmekten geri durmamış, komedi türünü herkese mal etmeyi başarmış bir çağdaştır. KİTAPTAN ALINTI: ÖNDEYİŞ
Ebeyle Konuşuyorum Doğruyu gülerek söylememe ne engel var? Horac komedi yazarıydı. Antioh Kantemir
Mesleğini Paris’te ünlü Louise Bourgeois’nın gözetimindeki Maison Dieu (Tanrının Evi) doğumevinde öğrenen bir ebe, 13 Ocak 1622 tarihinde, Cresse ailesinden gelen sevimli mi sevimli bayan Poquelin’in ilk çocuğunu –zamanından erken doğan oğlunu- doğurttu. Saygıdeğer ebeye kimi doğurttuğunu söyleyebilseydim eğer, eminim, heyecandan bebeğe ve aynı zamanda da Fransa’ya zarar vermiş olurdu. Ve işte: Üstümde kocaman cepli bir kaftan var, elimde tuttuğum ise çelik bir kalem değil, kaz tüyü. Önümde mumlar yanıyor, başım ateşler içinde. “Hanımefendi!” diyorum. “Bebeği dikkatli tutun! Zamanından önce doğduğunu unutmayın. Bu çocuğun ölümü ülkeniz için çok büyük bir kayıp olur!” “Allah Allah! Ne olacak, Bayan Poquelin bir tane daha doğurur.” “Bayan Poquelin böylesini bir daha doğuramaz. Birkaç yüzyıl boyunca hiçbir ana da böylesini doğuramaz.” “Beyefendi, beni şaşırtıyorsunuz.” “Ben de şaşkınım zaten. Sizi, üç yüzyıl sonra, uzak bir ülkede, yalnızca kucağınıza Bayan Poquelin’in oğlunu aldığınız için hatırlayacağım, bunu anlayın.” “Ben daha soylu çocukları da aldım kucağıma.” “Siz ‘soylu’ sözcüğünden ne anlıyorsunuz? Hanımefendi, bu çocuk, şimdi hüküm süren kralınız XIII. Louis’den de, ondan sonra gelecek ve Büyük Louis ya da Güneş Kral diye adlandırılacak kralınızdan da daha ünlü olacak! İyi yürekli bayan, vahşi bir ülke var, siz orayı bilmiyorsunuz, orası Moskof ülkesi; soğuk, korkunç bir ülke. Barbarlar oturuyor orada, sizin kulağınıza tuhaf gelen bir dille konuşan. Kültür yok. İşte, şimdi doğurttuğunuz çocuğun sözleri çok geçmeden o ülkeye bile girecek ve bir Polonyalı, Çar Birinci Petro’nun palyaçosu, onun sözlerini, barbar diline, sizin dilinizden değil de Almanca’dan çevirecek.” Kral Samoyed lakaplı palyaço tüy kalemini gıcırdata gıcırdata döktürüyor. “Rus Çarı’nın çevirmeni, bu tuhaf çevirisiyle, sizin bebeğin ‘Gülünç Kibarlar’ (Les Précieuses Ridicules) komedisinden şu sözleri aktarmak istiyor: GORGİBUS. Yüzlerinizi boyamak için çok para harcamaya gerçekten de büyük ihtiyaç var! Allah aşkına söyleyin, biraz önce gittiklerini gördüğüm o beylere ne yaptınız da yanınızdan böyle soğuk ayrıldılar… Devlet yabancı elçilikler bölümünde bulunan komedi listelerinden 30 Mayıs 1709 tarihine ait olanında diğer komedilerin yanında aşağıdakilerin de adı geçer: Palyaço türünde ‘Kırbaçlanan Doktor’ (‘İstemediği halde Doktor’ adıyla da bilinir) ve bir diğeri, Jüpiter’in başkarakter olduğu ‘Herkül’ün Soyu.’ Biz o komedileri biliyoruz. Birincisi ‘Zoraki Doktor’, sizin ufaklığın bir başka komedisi, ikincisi ise ‘Amphitryon’, yine onun. 1668 yılında Çar Aleksey Mihailoviç’in elçisi Pyotr İvanov Potemkin’in huzurunda Bay Molière ve komedyenleri tarafından Paris’te oynanacak olan ‘Amphitryon’ komedisinin ta kendisi. İşte böylece görüyorsunuz ki Ruslar, sizin şimdi, daha bu yüzyılda doğurttuğunuz adamı öğrenecekler. Ey, zamanlar arasındaki ilişki! Ey, aydınlanma akımları! Çocuğun söyledikleri Alman diline çevrilecek. İngilizceye, İtalyancaya, İspanyolcaya, Hollandacaya. Dancaya, Portekizceye, Lehçeye, Türkçeye, Rusçaya…” “Beyefendi, bu olabilir mi?” “Hanımefendi, sözümü kesmeyin! Yunanca’ya! Yani çağdaş Yunancaya demek istiyorum. Ama eski Yunancaya da. Macarcaya, Rumenceye, İsveççeye, Ermeniceye, Arapçaya…” “Beyefendi, beni şaşırtıyorsunuz!” “Oo, bu daha bir şey değil. Ben size, ana dillerinde bile yayımlanmayı hak etmedikleri halde yabancı dillere çevrilmiş onlarca yazar sayabilirim. Ama sizin çocuğun yazdıklarını yalnızca çevirmekle kalmayacaklar, onun hakkında piyesler de yazacaklar . Yurttaşlarınızdan bazıları o piyeslerin onlarcasını yazacak. Böylesi piyesleri İtalyanlar da yazacak. Esin perilerinin alkışları eşliğinde doğduğu söylenen Carlo Goldoni de onların arasında olacak, Ruslar da yazacaklar.” Yalnızca sizin ülkenizde değil, onun piyeslerinin taklitlerini başka ülkelerde de yazacaklar, bu piyeslerden uyarlamalar yapacaklar. Çeşitli ülkelerden araştırmacılar onun gizemli yaşamını adım adım izlemeye çalışacak. O araştırmacılar, şimdi elinizdeyken ancak zayıf yaşam belirtileri gösteren bu bebeğin gelecek yüzyıllarda pek çok yazarı etkileyeceğini, onların arasında, sizin bilmediğiniz, ama benim bildiğim Griboyedov, Puşkin ve Gogol gibi yurttaşlarımın da bulunduğunu kanıtlayacaklar size.
Haklısınız: Sağ salim çıkacak ateşten, Sizinle bir gün geçirmeyi başaran, Aynı havayı soluyunca, Sağduyusu yerine gelecek. Moskova’dan dışarı! Bir daha gelecek değilim, Arkama bile bakmadan kaçıp arayacağım, İncinmiş duygunun sığınacağı bir köşeyi! Bu dizeler yurttaşım Griboyedov’un ‘Akıldan Bela’sının (Gore ot Uma) finalinden. Sinsilik ve ihanetin kurbanı olan ben ise, Sonsuza dek terk ediyorum o mahveden duvarları, O cehenenem uçurumunu, içinde sefahatin hüküm sürdüğü, Yakının yakınına kardeş değil, kanlı bıçaklı düşman olduğu! Buradan uzaklara gidip bir köşe arayacağım dünyada, Dürüst insan olmanın bir şekilde mümkün olduğu. Bu da Poquelin’in ta kendisinin piyesi ‘Mizantrop ya da Yabani Âşık’ın finalinden satırlar. Bu finaller arasında benzerlik var mı? Ben bilirkişi değilim! Varsın bilginler anlasın bunu! Onlar size, Griboyedov’un Çatski’sinin mizantrop Alceste’e ne kadar çok benzediğini, Carlo Goldoni’yi neden bu Poquelin’in ta kendisinin öğrencisi saydıklarını, yeniyetme Puşkin’in bu Poquelin’e nasıl öykündüğünü ve akla uygun daha bir sürü ilginç şey anlatacaklardır. Ben bunlardan pek anlamam. Bunlar beni hiç ilgilendirmiyor! Beni ilgilendiren başka bir şey: Kahramanımın piyesleri dünyanın bütün sahnelerinde üç yüzyıl boyunca oynanacak, üstelik oynanmaktan ne zaman vazgeçileceği de belli değil. Benim için ilginç olan işte bu! Bak, bu bebekten işte böyle bir insan çıkacak! Evet, piyeslerden söz etmek istiyorum. Çok saygın bir hanımefendi, Bayan Aurore Dudevant, ama daha çok George Sand adıyla bilinir, kahramanım hakkında piyes yazanlardan biri olacak. Molière, bu piyesin sonunda doğrularak şöyle diyecek: “Evet, kendi evimde ölmek istiyorum… Kızımı takdis etmek istiyorum.” Prens Condé ise ona yaklaşarak cevap verecek: “Molière, bana yaslanın!” Du Parc, sırası gelmişken söyleyelim, Molière öldüğünde hayatta olmayan aktör hıçkırarak haykıracaktır: “Ah, şimdiye kadar sevdiğim biricik insanı kaybetmek ne acı!” Hanımlar dokunaklı yazarlar, yapılacak bir şey yok! Ama sen, benim zavallı ve kanlar içindeki üstadım! Sen, hiçbir yerde ölmek istemezdin; ne evde, ne de evin dışında! Ağzından oluk gibi kan boşanırken kimsenin pek de ilgisini çekmeyen kızın Esprit Madeleine’i takdis etme isteğini açıkladığını hiç sanmam! Hanımlardan daha dokunaklı kim yazar? Belki bazı erkekler: Rus yazar Vladimir Rafailoviç Zotov ondan aşağı kalmayan bir son yazacak. Kral yürüyor. Molière’i görmek istiyor. “Molière, ona ne oldu?” “Öldü.” Prens, Louis’yi karşılamaya koşup haykıracak: “Kralım! Molière öldü!” XIV. Louis şapkasını çıkarıp şöyle diyecek: “Molière ölümsüzdür!” Bu sözlere nasıl itiraz edilebilir? Evet, gerçekten de, dördüncü yüzyılını yaşayan bir insan kuşkusuz ölümsüzdür. Ama tüm sorun kralın bunu kabul edip etmediğinde. Bay Campra tarafından yazılan ‘Arethuse’ operasında şöyle deniyordu: “Tanrılar göğü yönetir, Louis yeryüzünü!” Yeryüzünü yöneten, hanımlar dışında hiç kimsenin önünde şapkasını çıkarmaz, can çekişen Molière’in yanına da gelmez. Gerçekten de, hiçbir prens gelmediği gibi, yeryüzünü yöneten de gelmedi. Yeryüzünü yöneten kendisini ölümsüz sanıyordu, ama bu konuda sanırım yanılıyordu. O da herkes gibi ölümlüydü, dolayısıyla kördü. Kör olmasa, gelecekte ilginç şeyler görür, bir ihtimal, gerçek ölümsüzlüğe karışmak ister, can çekişenin yanına gelirdi. Günümüz Paris’inde Richelieu, Thérèse ve Molière Caddelerinin dar açıyla kavuştuğu o yerde kolonlar arasında kıpırdamadan oturan adamı görürdü. Bu adamın aşağısında, ellerinde dürü tutan parlak mermerden iki kadın var. Daha da aşağısında aslan başları, onların altında ise kuruyan fıskiye. İşte o; kurnaz ve büyüleyici Gal’li, kraliyet komedyeni ve dram yazarı! İşte o; bronz peruğu ve potinlerindeki bronz şeritlerle! İşte o; Fransız dramının kralı! Ah, hanımefendiciğim! Kucağınıza daha önce aldığınız soylu bebekleri bana niye anlatıyorsunuz?! Anlayın, bu çocuk, şimdi Poquelinlerin evinde doğurttuğunuz bu çocuk, Bay Molière’den başkası değil! Beni anladınız mı? Öyleyse, rica ederim, dikkatli olun! Söyleyin, çığlık attı mı? Soluk alıyor mu? Öyleyse yaşıyor. İLK SAYFA: | ||||||||||||||||||||||